Gülbeyi'nin belinde kocaman bir tabanca görünüyordu!..

A -
A +

"Soba yeni tutuşturulmuştu. Üzerine, su dolu bir güğüm koydum. Sabah namazına kalkınca ılık su hazır olsun diye düşünüyordum!.."

 
Lütfü Hoca:
- Vakit geçince komşular müsaade istedi tek tek ayrıldılar. Ben de kapıyı, pencereyi kapatıp sofrayı topladım, Gülbeyi’nin yanına doğru yürürken kendi kendime Alvarlı Efe’nin sık sık söylediği:
Mevlâ bizi afv ede
Gör ne güzel ıyd olur
Cürm ü hatalar gide
Bayram o bayram olur.
İlahisini birkaç defa mırıldandım. Gülbeyi, “Biraz daha oku…” diye ısrar edince kırmadım okudum, ağladık, gülüştük. Sonra odasının hazır olduğu haberi geldi, yatacağı yere geçtik. Soba yeni tutuşturulmuştu. Üzerine, su dolu bir güğüm koydum. Sabah namazına kalkınca ılık su hazır olsun diye düşünüyordum. Ben sobayla oyalanırken o da ceketini çıkarıp direkteki bir çiviye astı. Vakit hayli geçtiği için yatma hazırlıklarına başlamıştı. Belinde kocaman bir tabanca görünüyordu. “Ooo ağam tabanca da varmış…” diye takıldım. O da “Olmaz olur mu Lütfü Hocam; dağ, taş kurt, ayı, hınzır kaynıyor. Önüme çıksalar ne yapabilirim? Bu bana can yoldaşı, arkadaş, sırdaş! Anlayacağın çok işime yarıyor…” dedi, güldü. Tabancayı kılıfından çıkardı, açtı, kapadı, emniyetini kilitledi. Yastığının altına koyarken; “Hele ver bir bakayım. Askerde kullandığımla nasıl?” Gülbeyi kardeşim de; “Mermileri boşaltayım ve bir daha kontrol edeyim Hafız Efendi, ne olur ne olmaz?” dedi, mermileri tek tek çıkardı, asılı ceketinin cebine koydu. Tabancanın sağını solunu kurcalamaya başladı. Ben de yanı başında onu seyrediyorum. Tam bu arada “güm” diye bir patlama oldu. Gaz lambası söndü. O da, ben de donakaldık. İlkin ne olduğunu tam anlamadım ama vurulabileceğimi düşünerek yüzümü, gözümü, karnımı kontrol ettim. Herhangi bir şey bulamadım. Bu arada diğer odalardan lambayı alan koştu. Anacığım “Hafızıma mı bir şey oldu?” diye, feryat figan ağlayarak odaya girdi. Beni, ayakta betim benzim soluk görünce “Sana ne oldu oğlum?” der demez, hemen bayılıverdi. Hanımlar; bana mı, anacığıma mı yansınlar, meselenin ne olduğunu mu anlamaya çalışsınlar? Bin türlü kafa karışıklığıyla onu başka bir odaya taşıdılar.
Bu arada zaman geçince ayağımda ağrı hissettim. “Gülbeyi galiba ayağımdan vurulmuşum…” dedim. O da koştu, direğe asılı lambayı alıp geldi. Ben bu arada oturdum, mestimi çıkarmaya çalışıyordum ki, ne göreyim? Sol ayağımın bilek kısmının bir taraftan oluk gibi kan, diğer taraftan da ilik akmaya başladı. Tabii benden çok Gülbeyi korktu, yıkıldı. Vurulan ben değil oymuş gibi acı çektiğini görüyordum. Ben kendi ağrılarımı unuttum, onu teselli etmeye çalıştım bu sefer de. “Korkma Gülbeyi! İnşallah geçer. Ya göğsümüze, Allah muhafaza başımıza isabet etseydi! Buna da şükür…” diyor, onu teselli etmeye çalışıyordum. Medreseden silah sesini duyan hafızlarım da koştu geldiler. Kanı durdurmak ne mümkün: Mirze Bey askerî mekteplerde okumuş, bilgili birisiydi. Ona haber verdiler, koşup geldi. Vaziyeti görünce işin vahametini anladı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.