Ana dilde yabancılaşma

A -
A +

Aynı dili konuştuğumuz insanlarla bazen yabancı dil mesafesinde olabiliyoruz. Yani iletişim dilinin aynı olması, anlaşmak için yeterli değil. Anlaşabilmek için önce hâlden anlamak gerekir. Bunun için de insanları yargılamadan önce hikâyelerini dinlememiz ve söylenenleri, yaşananlar ışığında değerlendirmemiz lazım.

Çünkü kelimelerin de sözlük dışında bir hayatları var.

Mesela elli yaşındaki bir kişinin kurduğu cümle de elli yaşındadır. Cümleye yeni doğmuş bebek muamelesi yaparsanız, mana eksik kalır. Bir romanın son cümlesini okuyup yorum yapmak ne kadar sağlıklıysa, iyi tanımadığımız bir insanın söylediği sözlere bakıp, o kişiyi yargılamak da o kadar sağlıklı olur.

Nezaket kuralları da her zaman kalıplara sığmaz. Bazen nezaketten kırılan bir cümle, insanı derinden yaralayabilir. Bazen de gelişigüzel kurulmuş ve kaba gibi gözüken bir cümle, insanın gönlünü fetheder. Yani konuşmaya değer katan şey kullanılan kelimeler veya üsluptan çok, samimiyettir.

Karşılıklı konuşan iki kişi düşünün… İkisi de kötü niyetliyse genelde kavga çıkar. Biri iyi, biri kötü niyetliyse o konuşmadan pek bir şey çıkmaz. Ama ikisi de iyi niyetliyse o diyaloğun sonu mutlaka iyiliğe çıkar.

Bu konulara örnek olması açısından birkaç hadise anlatacağım. En bilindik hikâyeyle başlayalım.

 

Ne yalvarıyorsun abla?

 

Olay hangi şehirde yaşanmış bilmiyorum. Ama şöyle anlatılıyor: Bir öğrenci dolmuşa binmiş. İneceği yere yaklaşırken, “Affedersiniz şoför bey, rica etsem müsait bir yerde indirebilir misiniz acaba?” demiş.

Şoför frene basmış ve arkaya dönüp; “Ne yalvarıyorsun abla! İndir de indirek” demiş.

Nezaketin tarihi ve coğrafyası olur mu? Oluyor demek ki!

 

Kalem yazmıyor

 

Köylü bir vatandaş bir belge imzalatmak için belediye başkanının yanına gitmiş. Belediye başkanı belgeyi kontrol etmiş. Sonra kalemi alıp imza atmaya çalışmış ama kalem yazmamış.

Başkan “Kalem yazmıyor” diyerek yeni bir kalem ararken, bizim vatandaşın yüzüne muzip bir gülümseme yerleşmiş. Sonra elini cebine atıp 50 TL çıkarmış ve masanın üzerine atmış.

“Şimdi yazar başkanım, bir daha deneyin” demiş.

Makas kesmiyor, kapı açılmıyor, araba çalışmıyor gibi ritüellerin bolca yaşandığı bir coğrafyada, bu vatandaşın yaptığını nasıl değerlendirelim şimdi?

 

Biraz burnu sürtülsün

 

Bir tanıdığımın çocuğu YKS’de düşük puan almıştı. Puanı istediği bölüme yetmiyordu. Çocuk bir sene daha çalışıp tekrar sınava girmek istiyor ama babası buna pek yanaşmıyordu. Konuyu bana danıştılar. Ben kendimce bir şeyler söylemeye çalışırken o kişi durup birden şöyle dedi;

“Aslında vereceksin bunu bir işe. Gitsin ayda beş-altı bin lirayla çalışsın. Biraz burnu sürtülsün.”

Bu cümleden sonra elim otomatik olarak burnuma gitti. Sonra da “Herkes olayları değerlendirirken kendisinden yola çıkıyor” diye düşündüm. Sadece kendi durumunuzu referans aldığınız zaman, yaptığınız değerlendirmeler çok sağlıklı olmuyor demek ki!

Bu arada bu diyalog geçen yaz yaşandı. Asgari ücret zammı falan yoktu yani.

 

Çok geyik adamsın!

 

Konya’da öğrenciyken yurtta muhabbet ediyorduk. Bir arkadaş vardı. Acayip komik ve esprili bir tip. Bir şeyler anlattı. Ben kahkahalarla gülerken, “Çok geyik adamsın ya!” dedim.

Ortam birden buz gibi oldu. Arkadaşın kaşları çatıldı. “Biraz dışarı gelsene sen benimle” dedi.

Ne olduğunu anlayamadım. Dışarı çıktık. “Bir daha sakın bana böyle bir şey söyleme! Yoksa fena olur!” dedi.

“Hayırdır ya? Niye bu kadar alındın?” dedim.

“Ne demek lan niye alındın?” diye bağırdı. Sonra doğduğu yerde geyik kelimesinin ne için kullanıldığını anlattı. Hayvanın boynuzlarından dolayı kullanılan ciddi bir hakaretmiş meğer.

“Tövbe estağfirullah” deyip özür diledim ben de. O günden sonra da o arkadaşın yanında bırakın geyiği, boynuzlu hiçbir hayvanın ismini kullanmamaya çalıştım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.