İçinden çıkılmaz durumlar, sebep-sonuç ilişkileri gibi açmazlar için sıkça kullanılan kelime dizisidir bu... Enflasyon-faiz açmazı da zaman zaman bu minvalde tartışmaya konu oluyor. Yani, yüksek faiz enflasyonu düşürür mü, yükseltir mi?
Pandemi öncesinde tek hanelerde olan enflasyon bizde de rekorlar kırdı. 1980'de yüzde 138,7 ve 1994'te yüzde 125 gibi rekorlarımız var maalesef ama özellikle son 23 yılın en yüksek enflasyonunu yüzde 85,51 ile Ekim 2022'de yaşadık. Eskiden olduğu gibi, bir üründe dün gördüğümüz fiyat ertesi gün ucuz kalmaya başladı. Fiyat algımız kalmadı, pahalı nedir, ucuzlukta seviye nedir; bilemez olduk. O dönemde ihracat ve üretimi destekleyip istihdamı artırmak ve tabii ki sürdürülebilir büyümeyi oturtmak amacıyla 'düşük faizi' merkeze alan bir politika yürütülüyordu. Bu sistemde paranın ucuz olduğunu gören birçok kişi, kuruluş, üretici ve iş adamı, krediye koştu. Ancak bu krediler yatırımdan çok gayrimenkul, altın ve döviz alımına gitti. Evler alındı, otomobil markaları yüksek talepten dolayı 6 ay sonrasına sıra yazdı, ikinci el fiyatlar sıfır araç fiyatının üzerine çıktı. AVM otoparkları, ‘ikinci el görünümlü sıfır’ araç doldu. Her şey çığırından çıktı.
İç talep kadar dış talep de büyüktü. Deyim yerindeyse ne üretsen satılıyordu. Yarın aynı fiyattan bulamam diye korkan, alım yapıyordu. Sadece ev-araba değil, gıdada bile talep patlaması vardı. 40-50 yıl öncesinin alışkanlığı olan gıda stokları da yeniden başlamıştı. O dönemde hükûmet, politika değişikliğine gittiğini gösteren bir adım attı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'i göreve getirdi. Bu görevlendirmenin ardından faiz silahı çekildi, sıkı para politikası gündeme alındı, 2024'te yüzde 50 ile faiz zirve yaptı. Alınan ek tedbirlerle enflasyon gerilemeye başladı. Ardından yüzde 42,5'e kadar indirilen faizlerin daha da ineceği beklenirken, nisanda dünyadaki tarife savaşlarının sebep olacağı beklenen enflasyon sebebiyle yeniden yüzde 46'ya yükseltildi. İşte bu noktada iş dünyasından isyan sesleri arttı.
Geçtiğimiz 2 yılda sıkı para politikasına desteklerinin devam ettiğini söyleyen iş dünyasının hemen hemen tüm isimlerinin; "Dayanacak gücümüz kalmadı, bu faizle yatırım imkânsız, işsizlik başlar" diye özetlediğimiz, haberlerimizde de yer verdiğimiz yakınmaları hızla yayılmaya başladı. Gerçekten durum hiç iç açıcı değildi. Otomotivden tekstile, inşaata kadar birçok sektörde daralma var. Hatta tekstilde 3 milyar dolarlık yatırım yurt dışına gitti, 300 bin kişi işsiz kaldı. Avrupa'daki talepte yüzde 25'e varan daralma, tekstil ihracatçılarını iyice bunalttı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da faizsiz ekonomi hayalini yeniden dillendirince, yakınmalar iyice yükseldi. Geçmişte Erdoğan'ın dile getirdiği "Enflasyonun müsebbibi faizdir" vurgusu "Faiz enflasyonu düşürür mü?" sorusunun yeniden konuşulmasını da gündeme getirdi.
Evet, teorik olarak sıkı para politikası, çoğunlukla enflasyonu kontrol altına almak için kullanılıyor. Yüksek faiz borçlanma maliyetini artırdığı için talep azalır, fiyat artışları hız keser. Yüksek faizle yabancı girişi artar, bu da yerel parayı güçlendirip dövizi dizginler. Tabii ekonomi yönetimlerinin kararlı tutumu da beklentileri yönlendirir, güven sağlanır ve enflasyon dizginlenir. Yani şu an ülkemizde yaşadığımız durum bu.
Fakat öte yandan firmaların borçlanma ve yatırım maliyetleri arttığı için bu maliyet tüketiciye yansıtılır ve bu enflasyonu körükleyebilir. Sanayide bazı sektörlerin kârları reel olarak gerilemiş durumda. Yani enflasyonun altında fiyatlama yapmışlar. Bunu İSO 500 raporunda da gördük. Yani, tavuk-yumurta ikilemi devam ediyor...
Şimdi bir sorun da şurada: Enflasyon yüzde 35,4'e kadar düştü ama faiz yüzde 46'da. Yani 10,6 puanlık fark var. Bir tarafta yatırım yapıp istihdam sağlayan ülke sanayisini ayakta tutan üreticilerin enflasyonun yüzde 7-7 altında kâr etmesi, yani bu reel zarar anlamına geliyor tabii; diğer yanda düşük faizle aldığı parayı faizde tutarak bir liralık üretim yapmadan kâr edenler... Yani yüzde 10,6'lık pozitif faiz çok fazla. Hele de üretmeye, istihdam sağlamaya ihtiyacı olan ülkemiz için...
Canan Eraslan'ın önceki yazıları...