Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A

Tek Parti dönemine; 1930 ve 40’lar dönemine en küçük bir eleştiri getirdiniz mi, Türkiye’de kendisine "Atatürkçü" diyen kesimler kıyameti koparıyor!.. Birçok tarihçi belge ortaya koyuyor, ona rağmen, “Hayır öyle değil” diyorlar... 

Tek Parti döneminde şöyle sıkıntılar da oldu dediğinizde, “Sizin Atatürk’le sorununuz var” diyorlar. Kimsenin Atatürk’le sıkıntısı yok. Cevap veremediklerinde tek argümanları Atatürk oluyor...

Cumhuriyet dönemine eleştiri getirmek Atatürk’ü eleştirmek demek değildir. Tek Parti döneminde sıkıntılar da yaşandı. Kendilerine Atatürkçü diyen kesimler en küçük eleştiriye bile tahammül edemiyorlar. Ama sorsanız demokratlar. Atatürk dönemine bir eleştiri varsa siz doğrusunu söylersiniz. Bugünkü Atatürkçüler "Dogmatiker", asla "eleştirel" değiller... 

Mete Tuncay, Cemil Koçak, Mustafa Armağan, Murat Bardakçı ve başkaları ne örnekler veriyorlar. Üstelik belgeleriyle... Yüzde yüz gerçek belgelere bile inanmıyorlar. 

Bakın Nobel ödülü kazanan Daron Acemoğlu, Atatürk dönemine dair basit bir tespitte bulundu. Muhalif ve Atatürkçü cenah o tespite kadar Acemoğlu’nu acayip övüyorlardı. Çünkü Acemoğlu, hükûmeti ekonomi konusunda sert bir şekilde eleştiriyordu. Muhalifler de ondan alıntı yapıyordu. 

Acemoğlu tam olarak şöyle dedi:

“Atatürk o sırada politik sistemi açabilmek gibi bir elinde opsiyon olmasına rağmen tam tersini yapıyor. Elinde gücü merkezîleştirmeye çalışıyor. Yani mümkün müydü gerçekten daha demokratik bir şey olması? Belki de mümkündü. Niye? Çünkü Osmanlı'dan başlayarak, yani I. Dünya Savaşı'ndan önceki parlamentolara bakarsanız daha çoğulcu bir sistem var...”

Bu sözler üzerine muhalifler Daron Acemoğlu’na başladılar sallamaya! Vay sen misin Atatürk’ü eleştiren? Adama demediklerini bırakmadılar. Hâlbuki Acemoğlu’nun dediğini diyen çok tarihçi ve akademisyen var bu ülkede. Niye en küçük eleştiri hainlik olarak görülüyor Atatürkçü kesimde? Çünkü söyleyecek sözleri yok. Bu kadar basit... 

Bu konuyu Şükrü Hanioğlu’nun 19 Kasım 2017’de Sabah gazetesinde yazdığı “Kemalizmlerin yükselmesi çoğulculuk göstergesi mi?” yazısından bir alıntıyla bitiriyorum. 

     ***

Uzun süre siyasetin sınırlarını çizen, sonrasında ise logokratik söylemi şekillendiren "yanılmaz kurucu lider kültü" Atatürk ile özdeşleştirilen fikir ve siyasetlere kalın bir "meşruiyet zırhı" sağlamaktadır.
Dolayısıyla siyasal yelpazenin bir ucundan diğerine ulaşan alanda "Kemalizm"ler üretilmesini "çoğulculuk" ve "demokratikleşme" göstergesi olarak görmek anlamlı değildir. Bu, böylesi bir gelişmeden ziyade, toplumda siyasal farklılıkları aşan "otoriter siyaset" eğiliminin güçlenmesini yansıtmaktadır.
Günümüzde etkisini büyük ölçüde kaybetmiş olan "Gaullisme" istisna edilirse liberal demokrasilerde bir lider ile özdeşleştirilen "izm"lere rastlanmaması da zikredilen gelişmenin demokrasimizin aşmaya muvaffak olamadığı bir "araçsallaştırma" sorununu yansıttığını ortaya koymaktadır.
"Kemalizm" son tahlilde, çoğulculuk karşıtı "otoriter siyaset" ve "toplum mühendisliği"ni meşrulaştırıcı bir araç işlevi görmektedir. Onun Tek Parti idaresi, 1960 "Millî Birlik"çileri, 1971 muhtıracıları, 1968 sonrasının "Millî-Demokratik Devrim"cileri, Kenan Evren liderliğindeki cunta, 28 Şubat "postmodern" darbecileri ve günümüz ulusalcıları tarafından savunulması bu araçsallaştırmayı ortaya koymaktadır.
Bu hareketlerin her biri gerçek "Kemalizm"in kendilerininki olduğunu savunmuştur. Ancak bunların "yukarıdan aşağıya siyaset" ortak paydasında buluştuğu, herhangi bir "Kemalizm" biçiminin "otoriter" olmayan yaklaşımlar ve siyaset üretmesinin mümkün olmadığı unutulmamalıdır.
"Kemalizmler"in çoğalmasının bir diğer olumsuz etkisi de Atatürk'ün bir devlet kurucusu olarak tarihselleştirilmesini önleyerek onu bağlamları değişik tartışmaların aktörü hâline getirmesidir.

Cem Küçük'ün önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR