Kızılay eski Başkanı Kerem Kınık'ın trafik kazasına karışan kızı dört yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Kızılay, Kahramanmaraş depreminde sivil toplum kuruluşlarına çadır sattığı için eleştirilerin odağı olmuştu. Başkanı da kıyasıya eleştirilmişti. Nitekim bu olaydan sonra istifa etti.
Bir kısım medya, Kınık'a duyduğu öfkeyi kızından çıkardı. Mahkeme kararından sonra "Bir canın bedeli dört yıl mı?" başlığını atan gazeteler oldu.
Kamuoyunda tanınmış biri veya ailesiyle ilgili bir olay önemli haberdir. Ancak Kınık'la ilgili yazılanlar, eleştiri dozunun çok ötesine geçti, kurumu yıpratma sebebine dönüştü. Bu yayınlar yüzünden bir kesimin nezdinde Kızılay'a itimat azaldı.
Zehra Kınık'la ilgili hükmün açıklandığı gün Kızılay Başkanı Prof. Dr. Fatma Meriç Yılmaz, Ankara temsilcileriyle buluşmuştu.
Ertesi gün Kınık'ın kızını görünür şekilde veren gazeteler, Yılmaz'ın açıklamalarını ise pas geçti. Oysa Kızılay Başkanı'nın açıklamalarında öyle çarpıcı detaylar vardı ki...
Mesela; Kızılay bünyesinde bir bilim kurulu oluşturulmuş. Kızılay, kanserlilere verilen ve yurt dışından gelen mamaların yerlisini yapıyormuş. Cacıklı, tarhanalı enteral beslenme ürünleri ruhsatlandırma aşamasındaymış.
Kan torbalarını Fransa'dan alıyormuşuz. Savaş olsa kesseler, tak diye kalacağız yani. Kendi kan torbamızı yapmak üzere Silivri'de bir tesis kuruyormuşuz. Yeni yılda da hizmete açılacakmış.
Dokuz ülkede plazmadan ilaç yapılıyormuş. Bunun için ileri teknoloji gerekiyormuş. Kızılay'da her sene 200 bin litre plazma artıyormuş. Tabiatıyla bunu yurt dışına göndermiyoruz ama kendimiz de kullanamıyormuşuz. Bu yüzden Ankara Çubuk'ta 500 milyon avro yatırım bedelli bir fabrika kurmaya karar verilmiş. Güney Kore'den teknolojik destek alınacakmış. Hedef; üç yılda tesisi bitirip kendi ilacımızı üreterek alanında dünyada onuncu ülke olmakmış. Üstelik yakın coğrafyamızda böyle bir tesis yokmuş. Kardeş ülkeler de çok sevinmişler. Örneğin 250 milyon nüfuslu Pakistan... Türkiye'nin projesini dört gözle bekliyorlarmış.
Malum yaşlı nüfusumuz artıyor. Kızılay'ın 46 aşevi varmış. Huzurevine gitmek istemeyen ama yemeğini yapmaya zorlanan yaşlılara gençler eliyle yemek götürülüyormuş. Aşevi sayısını üç senede 81 ilde 91'e çıkarmak hedefleniyormuş.
Kızılay Türkiye'nin dört bir yanına fukaranın gelip, giyinip çıkacağı butikler kuruyormuş...
Bu saydıklarım Fatma Meriç Yılmaz'ın anlattıklarının küçük bir parçası.
Hasılı; bu ülkede çok güzel şeyler oluyor. Medyanın bunlara da odaklanması vicdani, ahlaki, insani ve millî bir sorumluluk. Ancak iyi haber, kıymetli görülmüyor.
Ben de madem öyle dedim, dikkati çekmek için 'skandal'dan bir başlık kullandım. Affola...
Bir gün tecrübeli bir siyasetçi sohbet sırasında "Biliyor musunuz, siyasette asıl büyük mücadeleler partiler içinde verilir" dedi... Bu tespitin zirvesi CHP'de yaşanıyor. Bakınız Özgür Özel'e... Arkasından gözyaşı döktüğü Kılıçdaroğlu'nu tek kalemde harcadı. İstanbul'daki yolsuzluk operasyonlarından sonra sertleşti. Yargıyı, valiyi, medyayı, iş adamlarını tehdit etti. Sokak çağrısıyla gençleri, boykot çağrısıyla şirketleri yakmaya çalıştı. Daha çok bağırarak suç bastırdı. Parti içindeki çatlak sesleri susturup yeniden, rakipsiz şekilde genel başkan oldu. Duruldu mu, hayır. Kavga kızıştı. Parti içindeki kavgaya dair acayip şeyler konuşuluyor. Basın ahlakı, meslek ilkesi, gazetecilik namusu denilince mangalda kül bırakmayanlar bu iktidar kavgasının tam merkezinde.
Bakınız Barış Yarkadaş TGRT Haber'de neler anlatıyor:
"Türkiye'de son dönemlerde bir anlayış gelişti. Bir siyasi partinin, bir kamu kuruluşunun başında oturan kişi, eğer elinde biraz para kullanma yetkisi varsa kendi gündemini topluma dayatmak için fikir fahişelerine belli oranda para vererek istediğini yazdırıyor. Mesela bir tweet 20 bin liraya atılıyor. Tweet sert atılacaksa, böyle hafif tehdit kabadayılık varsa o 50 bin lira oluyor. Videolu çekilecekse 100 bin lira. Bu kişiler gazeteciler arasından seçilecekse ve bir kurumda da çalışıyorsa onların etki ve propaganda gücü daha fazla olduğu için onlara da artı 300 bin 400 bin lira veriliyor."
Dinlerken ağzım açık kaldı. Kimi neyle suçluyorlarsa kendileri yapmışlar!..
Bu nasıl bir paradır, nasıl bir kazanç şeklidir, nasıl bir kirli düzendir?
29 Mayıs günü iki gazetede Diyanet'i tenkit eden iki ayrı haber çıktı.
KARAR: Kur'ân mealine sansür utancı. Diyanet'e özel yayınevlerinin bastığı Kur'ân-ı kerim meallerini "res'en inceleme ve sakıncalı bulunanları imha etme" yetkisi veren kanun teklifi büyük tepki çekti.
NEFES: Camiler oyun yeri değil, ibadet yeridir. Diyanet 'kültür şenliği' adı altında camileri lunaparka çevirdi.
Karar, muhafazakârların içinden çıkmış insanların kurduğu bir gazete. Nefes ise seküler ve CHP tandanslı.
İmzamı Nefes'in yazdığının altına atıyorum.
Karar "Mealleri kontrol eden Diyanet'i kim kontrol edecek" şeklinde bir itirazda bulunsa kabul edilebilir ama kontrolsüzlüğü gidermeyi 'sansür, utanç' diye vermek akıl alır gibi değil.
Fatih Selek'in önceki yazıları...
Ne güzel yazmışsınız kaleminize sağlık.