Kaydet
a- | +A
Özal''ın stratejik düşünme yönünden de biraz bahseder misiniz? Özal -Rahmetlinin bir güzellik tarafı da bu idi; bir şeyi yapmayı kafaya koydu mu, onu en güzel şekilde yapmanın stratejisini de koyardı. Mesela tipik bir misal vereyim. 163. madde diye, Türkiye''de özellikle inananların, çok sıkıntı çektiği bir ceza kanunu maddesi vardı. Buna mukabil fikir bakımından 141,142. maddeler. O da sol düşüncelerle ilgili. Bu maddeler Türkiye''de çok insanın başını ağrıtmıştır. Hapse atılmıştır, ceza almıştır. O aklına koydu, bu maddeleri kaldıralım, herkes fikrini de inancını da rahatça yaşasın. Ve biliyordu ki, bu maddelerin arkasında öyle insanlar varki, kolay kolay kaldırmak mümkün değil. Ve hatta şunu söyledi, Cumhurbaşkanlığı bu işe uygun olmadıkça biz bunu yapamayız. Veto eder, dava açar vs. Kendisi Cumhurbaşkanı olduğunun hemen senesinde onu öyle güzel organize etti ki, kimse bir şey diyemedi. Hâlâ da bağırıyorlar, bu madde nasıl kalktı diye. Ve o maddenin kalktığı iyi oldu. Ben birtakım dayatmalarla ülkeyi ileriye götüreceğimize inanmıyorum. Verelim özgürlüğü, kusuru varsa düzeltelim. Ve o milliyetçilik anlayışını böyle dar bir çerçeve içine koymuyordu. Benim bu ülkemde yaşayan herkesin soydaşı benim de kardeşimdir diyordu. "Önünü kestiler" dediniz. Biliyoruz ki, "ikinci değişim programı" diye bir program üzerinde çalışıyordu. Hatta bunu kısmen deklare de etmişti. Siyasi çalışmaları vardı. Hatta deniliyordu ki, belki de Çankaya''dan inip yeniden aktif siyase girecek. Bu ikinci değişim programını hem onun açısından, hem de sonradan sizin sahiplenmeniz bakımından açıklar mısınız? Özal -Efendim, aslında Türkiye''nin bir tane değişim programının olması lazım. Bu değişim nedir? Siyaset yapısının ve devlet yapısının çağdaş hale getirilmesi lazım. Gerek siyaset yapımız, gerek devlet yapımız çok arkaik oldu, müzelik oldu. Ve onun için Türkiye bir yere gelemiyor. Öyle bir siyaset yapımız var ki, bakınız şimdi her şeyi ortaya koyduk bir cumhurbaşkanı seçemiyoruz. Tavuk gibi gıt gıt gıdaak, gıt gıt gıdaak, ortalığı sese veriyoruz, ama cumhurbaşkanlığının daha adayı bile yok, şu konuştuğumuz saat itibariyle. Neden? Siyaset yapımız ufalanmış. Öyle ufalanmış ki, siyasi irade görülmüyor. Ecevit Başbakan, diyor ki; seçemeyiz cumhurbaşkanını. Böyle bir sistemde bir yanlışlık var değil mi? Yahu koca Türkiye''yi idare edecek siyasi iradeyi niye böyle bölük börçük ettik. İşte o zaman deniliyordu ki, değişim lazım. Buna benzer bir durumla mesela Fransa 1957''de karşılaştı. Cezayir''de bir sorunları oldu. Asker ayaklandı. En son De Guelle''ü getirdiler, çözümcü olarak. Ve De Guelle yeni bir Anayasa yaptı. Beşinci Cumhuriyet Anayasası. Ve Yarı Başkanlık sistemini getirdi. Mevcut sisteme adapte etti. O günden bugüne Fransa problemsiz yürüyor. Demek ki, yönetim sistemi iyi olursa, ülkeyi iyi yönetilebilir hale getiriyorsunuz. Ben onun için diyorum ki, değişim aslında, Türkiye''yi yönetilebilir, siyasi irade oluşabilir, hale getirelim. Denetlenebilir bir siyasi irade, denetlenmez değil. Biz şimdi öyle bir iş yaptık ki, hem irade yok, hem de denetlenemiyor. Yolsuzluklar almış başını gidiyor. Kokular her yerden geliyor ve Türkiye''yi mahvediyor. Onun için bir değişim lazım. Değişim ne için? Siyasi iradenin iyi oluşması ve halkla bütünleşmesi. Yani o meclisin duvarında yazan "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünün gerçeğe gelmesi, orada duvarda kalmaması için bir değişim lazım. Bu değişimin adına biz diyoruz ki, siyasal sistemin yeniden yapılandırılması. Siyasete dönecekti İkinizin görüşü bu konuda örtüşüyor muydu? Özal -Rahmetli başbakanken ben bunu kendisine götürdüm. Çünkü ben ondan on sene evvel siyasete atıldığım için gördüm bunu. Bana aynen şunu söyledi: "Korkut ekonomi kötü durumda. Ekonomimizi düzeltelim "Hakikaten bunu yapmıştır. Türk ekonomisi bir zıpladı- ondan sonra bunu düzeltiriz" dedi. Ama, o arada 1987 affı ile bütün eski politikacılar tekrar gelince yeniden eski hale döndü, kavga politikası. Ve maalesef kendisi iki sene kalıp cumhurbaşkanı oldu. Cumhurbaşkanı olunca gördü ki, Türkiye''nin asıl derdi yapısal değişimdir. Ve çıktı bunu sizin de söylediğiniz gibi Konrad Otel''inde bir toplantı ile duyurdu. O toplantının zabıtları var bende. Orada bu ikinci değişimi anlattı. İkinci değişimin manası şudur; demokratikleşmedir. Devletin yeniden yapılanmasıdır. Siyasi iradenin daha iyi teşekkülü ve güzel denetlenmesi için en kuvvetli parlamenterizmin egemen olduğu başkanlık sistemine gelmesidir. Başkanlık sisteminde çok kimse zannediyor ki, başkan diktatör olur. Bilakis başkanın siyasi iradesine bakmak lazım. Sağlam ama çok iyi denetlenen, parlamentonun denetiminde bir irade. Ve bu şekilde ne oldu biliyor musunuz İsmail Bey, Turgut Bey bunu anlattı. Ömrü vefa etseydi kendisi bunu uygulamak için tekrar siyasete dönmeyi düşünüyordu. Ama ağabeyimin ömrü vefa etmedi. Amacı Türkiye''yi değişime götüren, devletin yeniden yapılanmasını ve çağdaşlaşmasını, demokratikleşmesini sağlamaktı. Ancak bu onun meselesi değil. Türkiye''nin meselesi. Allah ona rahmet eylesin, güzel bir istikamet gösterdi, şimdi hepimizin buna sahip olması lazım. Bugün ben rahatça şunu söyleyebiliyorum ki, Türkiye''nin değişim ihtiyacı artık, IMF''de, Dünya Bankası da dahil herkesin kabul ettiği bir şeydir. Peki bu değişim niye gerçekleşmiyor? Özal -Ha niye yapılmıyor derseniz, ben bunun sebebi olarak, bunu yapma durumunda olan politikacıların işine gelmiyor diye düşünüyorum. Çünkü o değişim yapılırsa onların politik gücü halka intikal ediyor. Yani ellerindeki o gücü halka kaptırmamak için yapıyoruz, falan diye idare ediyorlar. Siz devletin yapısal değişmesi için önemli görüşler ortaya koydunuz yakın geçmişte. Ve bir parti çalışmanız da oldu. Bugün değişim ihtiyacı açıkça hissediliyor ama bu bir türlü uygulamaya konamıyor. Özal -Biraz önce belirttiğim gibi, değişimi yapma durumunda olanlar yapmak istemiyor. Samimi olarak değişimi getirmek isteyenlerin de elinde imkan yok! Peki ileriye dönük ne görüyorsunuz? Değişim bir gün gerçekleşecek mi? Özal -Şöyle görüyorum. Biz bu değişimi lüks olarak istemiyoruz. Türkiye''yi yönetilebilir hale getirmek için istiyoruz. Bu ne demektir? Eğer bu değişimi yapmazsanız Türkiye yönetilemez. Nitekim bugün yönetilemiyor. Yönetilir gibi yapılıyor ama batağın içinde. Bütçesinin yarısından fazlasını faize veren başka bir ülke yok dünyada. Ben soruyorum, Turgut beyin zamanında bu kadar yoktu, nereden çıktı bu kadar büyük borç? Kötü yönetimden geliyor. Devleti hallaç pamuğu gibi atabiliyor gelenler. Öyle delikler açtılar ki, devlet gemisinde, su alıyor gemi! Şimdi bu gitmez, batar gemi! Yani Türkiye bugün çok geri kalıyor. Diyorum ki, bu politikacılar Türkiye için değil, kendi siyasi gelecekleri için çalışıyor. Türkiye''yi düzeltme esasına göre çalışmıyor. Bakın bu parlamento bir senedir çalışıyor. Çıkardığı bütün kanunların gerekçelerine bakıyorum, hepsinde dış etkilerin yansıması var. Ya IMF zorlamıştır, ya AB zorlamıştır, ya ABD zorlamıştır! Güçlü yerel yönetim Acil olarak neler yapılmalıdır sizce. Kısaca açıklar mısınız? Özal -Yönetimin esası şudur bakın. Türkiye''yi sadece Ankara''dan yönetmek deliliktir. Türkiye gibi bir ülke her yerinden yönetilmelidir. Bir küçük köyün çeşmesi bile Ankara''nın meselesi oluyorsa bu işte bir yanlışlık vardır. Onun için yerel yönetimlerimizi bir an evvel güçlendirmemiz lazım. Bunu herkes söylüyor ama yapmıyor. İşlerine gelmiyor. Çünkü politikacılar ben yaptırdım diyebilmek için her şeyi Ankara''da topluyorlar. Olur mu böyle rezalet. Halbuki bugün belediyelerimiz nasıl gelişmişse illerimizin de öyle gelişmesi lazım. Ve il yönetimleri o ilin bütün meselerine sahip çıkabilecek yetkilere sahip kılınmalıdır. İkincisi devlet , milletin yapacağı işlerle uğraşmamalıdır. Ama devlet en önemli görevini ihmal ediyor. Adaleti dağıtamıyor. İnsanların hakları yeniyor. Türkiye''de, hukuklar çiğneniyor, devlet onu önleyemiyor. Mahkemeler değildir yalnız hakkı dağıtan, devletin iyi çalışması lazım. Onun için devlet kendi görevlerini iyi yapsın ve geri kalan bütün işleri millete ve yerel yönetimlere bıraksın. Yerel yönetimler de milletin kuruluşlarıdır. Yavaş yavaş il idarelerimize halkın seçtiği kimseler gelsin. Dolayısıyla sorumluluk -yetki bağı hemen kurulsun. Yani Türkiye demokratikleşsin. Bunun manası şu; Türkiye''nin sahibi millet olsun. Birtakım devlet kurumları filan değil. Devlet milletin kurumu olsun. Yani devlet aracılığı ile millet ülkesine sahip olsun. Devletin hantallaşmış, battallaşmış kurumları Türkiye''nin kanını kurutuyor. Yani biz bunun düzelmesini istiyoruz. Bunu ancak, devlet- millet bütünleşmesi halledebilir diyorsunuz? Özal -Yani gerekli yapı, siyasetin milletle bütünleşmesi, yani milletvekilinin milletçe belirlenmesi. Devletin yöneticilerinin ki, en başta devletin başkanının millet tarafından seçilmesi. Bakın Kuzey Kıbrıs bile başkanını böyle seçti. Şimdi artık Denktaş arkasına halkın desteğini alarak istediği gibi mücadele verebilir. Kendisini bu ülkenin hizmetkârı görürdü Bir kere 64 sene beraber olduk. İkiz gibi büyüdük. Ben ondan bir sene geriden tahsilime devam ettim. O benim birbuçuk sene büyüğüm idi ama, tahsilde bir yıl geriden gittim. Dolayısıyle her yeri beraber okuduk. Yalnız kardeşliğimiz burada bitmedi. İrfan kapılarımız da beraberdi. Memlekete hizmet kapıları da beraberdi. Bizler Demokrat Partinin iktidar olduğu yıllarda mühendis olduk. O 1950 de ben 51 de memleket hizmetine girdik ve ülkenin kalkınması ve demokratikleşmesi hizmetinde görev aldık. Dolayısıyla diyebilirim ki, bu kadar uzun yıllar hizmet verdiğimiz ülkenin meselelerini yorumlamada, onları bilmede ve çare üretmede beraberdik. Rahmetli anamızın bir sözü vardı; Ben diyordu Allah''a hamd ediyorum, benim çocuklarımı yalnız ana-baba bir kardeşlik yapmadılar, onun güzel kulu oldular ve memlekete hizmet ettiler. İşte böyle bir birlikteliğimiz oldu. Şimdi aradan yedi yıl geçti. Boşluğu hala duruyor. Hayatta birbirimize o kadar güzel bağlılığımız vardı ki... Mesela ben ondan on sene evvel aktif siyasete girdim. Benim 1973''tür. Onun aktif siyasete girişi 83''tür. Yani herşeyimizi paylaştık. Bir kere Turgut Özal, ülkenin kültürünü çok iyi şekilde anne-babadan almıştı. Annemiz ve babamız her ikisi de öğretmendiler. Babam medrese''den eğitime girmiş ama bize herşeyi öğrettiler. Matematik dahil. Çok güzel bir tarih kültürü verdiler. Kültürümüzü, geçmişimizi, islem ve türk değerlerini... Biz Türkiye''nin en iyi eğitim müesseselerinde okuduk. (Her ikisi de İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu.) Özal''ın bundan sonra güzelliği demokratikleşmede çok önemli bir görev almasıdır. Türkiye''nin elektrifikasyonu işleri. Orada Demirelle birlikte çalıştılar. O çevreyi tanıdı. Ağabeyim buna ilaveten mesela planlama müsteşarlığı yaptı. Bütün Türkiye''yi kapsayan devlet planlama müsteşarlığı gibi bir görev. Ondan sonra Amerika''ya gidip Dünya Bankası uzmanı oldu. Türkiye''ye döndüğü zaman özel sektörde sekiz sene çalıştı. Yani diyebilirim ki, bir insanın eğitiminde, birikiminde ne lazımsa hepsini aldı. Buna bir de sorumluluk duygusunu ilave edin. Hizmeti ibadet kabul eden dünya görüşünü. Ve bir de o bizden birisi idi. Yani kendisi o kadar insanlarımızla içiçe idi ki, belki de halkın en sevdiği tarafı bizden birisi oluşudur. Yani millet ona baktığı zaman kendisini görüyordu. İcabında kusuruyla, sevgisiyle, esprisiyle, böyle özentisiz haliyle, alçakgönüllülüğü ile.... Ve en önemlisi takip fikri, sorumluluk taşıması Bunun örnekleri pek çoktur. ...Türkiye''ye gelirsiniz, hava meydanına. Diyelim ki, Yeşilköy''deki havameydanı. Bakarsınız kapkaranlık. Yollar karanlık, her taraf zifiri karanlık. Kimsenin aklına gelmez, yahu Türkiye''ye gelen buradan girer. Burası niye pırıl pırıl olmuyor. Avrupa''ya gidersiniz her yerde aydınlık var. O iktidara geldiği günlerde hemen emir vermiş, şu yolları aydınlatın diye. Burası bizim ülkeye giriş kapısı. İşte bu sahiplik duygusu. Yani o kendisini bu ülkenin sorumlusu, hizmetkarı kabul ediyordu. Tıpkı Yavuz Sultan Selim''in kendisini "hakim-ul haremeyn değil de hadim-ul haremeyn- İki mübarek yerin, Mescid-i haram ve mescid-i nebevi''nin hizmetkar" olarak kabul etmesi gibi. Yani onda da öyle bir şuur vardı. Hizmet edebilme şuuru. Az konuşan çok iş yapan birisi idi.
ÖNE ÇIKANLAR