Hep söylerim, hep yazarım, yine de öyle yapacağım... Elli yılı aşkın bir süredir futbol izleyiciliğimiz, tutkunluğumuz var. Gerek Türkiye sınırları içindeki rekabette, gerekse yurt dışı futbol gezintilerimizde Fatih Terim hoca, formayı çıkarıp, eşofmanı giyene kadar, özellikle de Milli Takım'a ve Galatasaray'a gelene kadar, heyecanlarımız, keyiflerimiz yerli barometre içinde yükselip inmişti. Batı'nın elindeki, kafasındaki, yüreğindeki markanın değil benzeri, az biraz andıranı bile hayal dünyamızın içinde gezinmişti. Çok takımlı eleme grubundan kafa kaldırıp, en azından bir Avrupa Şampiyonası'nda İstiklal Marşı dinlemek, rüyasından bile kalkıldığında tahtalara vuralacak bir gerçek dışı olguydu. Hele hele, bir kulüp takımımızın bir Avrupa Kupası'nı, hem de yenilmezlik süsü ile fiyonklayıp, Edirne'den içeri gümrüksüz sokabileceği bu ülkenin ne futbolcusu, ne teknik adamı, ne yöneticisi, ne hakemi, ne spor yazarı tarafından hayal edilebilmişti. Emekli olup, gazeteciliğin mutfak hamallığını bıraktığımızın üzerinden az bir zaman geçtikten sonra bile bir Adana çocuğu çıkıp, hayalimizden bile geçmemişleri, artık klasikleşen, bir film gibi bize izlettirmeye başladı. Sonra... Sonra bu Adana çocuğu ufku yırtıverdi. Etkisi dünyanın en ücra köşesinde bile hissedilen devrimden sonra, bir de İtalyan Futbol Endüstrisi'nin tam yüreğine saplanmaz mı, bizimki... İyi güzel de, biz ne olacağız diye kıvranmaya başladık. Sonra mecburen gittik orada da icraatlarını gördük. Ve ne mutlu ki, bizim Adana'nın maçının olmadığı bir maçta (Atalanta-Roma) İtalyan futbol meraklısı (maçta, lokantada, kafede), hemen yanı başımda, "Biz elli yıldır yalan izliyormuşuz. Terim geldi, futboldan zevk almaya başladık" diye futbol sohbetinin koyuluğuna Terim tadı katıyordu.. Ve de Milan gibi, bana göre dünyanın en büyük iki futbol firmasından (diğeri Real Madrid'dir) birinin teknik direktörü ol! İyi mi? İyi... Hakkı da... Ama biz ne olacağız? Türküz ya, kimselere bırakmayız bu gibileri... Özleriz, yanarız, burnumuzda tüter... Hele hele bazı akşamları o telefon sohbetleri yok mu? Ya da karşı karşıya geldiğimizde futbolun taaaa dibine kadar inişlerimiz var ya... Burası Türkiye, herkes Türkçe konuşur da, bu futbol adamıyla futbol konuşmalarımız bu ülkedeki çok kişiye henüz keşfedilmemiş lisan gibi gelmez mi, daha bir keyif alırız sanki... Bizimki Milan'dan döndü. Enayiler, aptallar! Devrimcilere kapı kapatanlar tarihte hep dizlerini dövmüşlerdir. Salaklar! Bu arada aman görmesin, elimizi de ovuşturmuyor değiliz hani... Yine bize kaldı. İhtiyaçlarımız var be! Devriminin arkasında kaç kişi gitti ki... Bir Aykut Kocaman, bir Coşkun Demirbakan, biraz da Ersun Yanal... Arayıp konuşayım mı diyorum? Yapmam lazım ama yapmıyorum. Çünkü çalışmıyor ya... Keyfi yoktur... Parası çoktur ama, o, günde sınırsız saat çalışıp, en kıymetli hazinesi olan bilgi sandığını her gün parlatmalıdır. O arayıp bana sitem ediyor. Varsın etsin! Oralarda mı olsun, buralarda mı olsun, ben de şunun kararını bir türlü veremiyorum vesselam... Neyse geldi... Yine burada... "Yapacaklarım, yaptıklarımın teminatıdır" dedi... "Ümit Davala ilk transferimdir" dedi. Oh be! İki sezondur arabayı boşta kullanıyordum, vites kutusu yeniden hareketlenecek... Ayağa kalk, ey benim ülkem! Cumhuriyet tarihinin, bana göre üçüncü adamı, yeniden aramıza dönmüştür. Hoş geldin hocam! Seni çok özlemiştik. Hele hele devriminin rüzgarını... Sen Galatasaray'ın başına ilk geldiğin günlerde NTV'de "Fatih Terim, Galatasaray'ın başındayken, başka hiçbir takım şampiyon olamaz" demiştim. Öyle tepki, öyle tepki aldım ki... Üçüncü sezonun ortasında da "Lig, Galatasaray ve 17 takım diye ikiye ayrılıyor" dedim, öyle tepki, öyle tepki aldım ki... Bologna'yı eledikten sonra, "Dortmund'u da elerse, kupayı kazanır" dedim, öyle tepki, öyle tepki aldım ki... Sen o günlerde yanımızdaydın ve şöyle diyordun "Hiç yanılmayacaksın" Oh be, yazdıklarımız ve söylediklerimiz duvarlarda yankı bulmayacak artık... Hoşgeldin hocam! Ne mutlu Türk futboluna!