Ekonomik ortamda IMF ile ilgili olarak çeşitli beyanlar, kararlar ve yayınlar devam etmektedir. Bunların büyük bir ekseriyetini özetlersek; "IMF bize ne karışıyor, biz onun emrinde miyiz" şeklindedir. Kamu görevlisi olarak 1955'ten 1977'ye kadar dolaylı veya direkt olarak bu teşekkülle olan ilişkilerimizin içinde bulunduğumuzdan bazı gerçekleri dile getirmek istiyoruz. Yazımıza bir misalle başlamayı uygun gördük. Bir insan düşünün ki, genç, dinç, baktığımız zaman kuvveti yerinde fakat ona doktor "bir süre yatakta yatacaksın, sadece süt içeceksin, bir müddet böyle yaşayacaksın" diyor. Hasta çaresiz denilenleri yapmaya çalışıyor ama bir taraftan da "ben dinç, genç adamım, bu ne biçim doktor beni niye yatakta yatırıyor" diye düşünüyor. Halbuki o mide kanaması geçirdiği için doktora gitmiş, başına gelenleri anlatmış, o da bunları tavsiye etmiş. Hasta zaman zaman kendisine tatbik edilen süt rejimi dolayısıyla doktora kızmakta, yemeğime ne karışıyorsun demekte onu adeta düşmanı gibi görmektedir. Halbuki farkında değil ki doktorun dediğini yapmazsa, daha kötü durumlara girecek ve daha sıkı perhizlerle karşılaşacak. İşte kamuoyunun büyük bir kısmının IMF ile ilgili düşüncesi bu misale tam uymaktadır. Fakat acı olan devleti idare edenlerin bazıları zaman zaman söyledikleri sözlerle yaptıkları işlemlerle ya da takındıkları tavırlarla kamuoyundaki bahsettiğimiz yanlış anlayışa paralel durumlara girmektedirler. Aslında ekonomik durumumuzun yanlış idare yüzünden 1985'lerden sonra giderek ağırlaşan hali dolayısıyla ülke olarak çıkmazdan kurtulmak için dış krediye ihtiyacımız bütün ağırlığıyla ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi, dış krediler ya devletlerden, ya da IMF'nin başını çektiği borç verme zinciri içine giren çevreden sağlanır. Ancak gerçek şu ki; bizim de ortağı ve üyesi bulunduğumuz IMF hem kredi verendir, hem de vericilere yol gösterendir. Bütün bu yazdıklarımızdan özetle söylemek istediğimiz IMF'den alacağımız krediler bizim için hem nakit hem de diğer dış kredilerin bir manada kefili olarak büyük değer taşır. Biz IMF ile iyi ilişkiler içinde olmazsak bugünkü ekonomik krizden kurtulmamız mümkün olmaz. Geçmişe baktığımız zaman bu düşüncemizin doğruluğu hemen ortaya çıkar. 4 Ağustos 1958'de bir devalüasyon yapılmıştı. Bu IMF ile o sırada yaptığımız görüşmeler sonunda gerçekleşmişti ve bu devalüasyon daha sonra 1960'da meydana gelen ihtilalden sonraki dönemde IMF ile mutabık kaldığımız kurallar çerçevesinde hareket ederek ekonomik hayatımız belli bir düzene girmişti. Kamuoyunda zaman zaman IMF ile ilgili olarak çokça yaptığımız stand-by anlaşmalarına rağmen işlerin düzelmediği söyleniyorsa da bu durum daha ziyade konuyu bilmeyenler tarafından ifade edilmektedir. Aslında IMF ile olan ilişkilerimiz ülkeye her zaman fayda sağlamıştır. Hele hele 1961'deTürkiye'ye yardım konsorsiyumunun kurulmasında bu teşekkülün de büyük rolü olmuştur. Eğer konsorsiyum kurulmasaydı Amerika'dan başka OECD'ye dahil diğer Avrupa devletlerinden kredi sağlamamız mümkün bulunmayacaktı. Türkiye'nin ekonomik kalkınmasında konsorsiyum kredilerinin önemi çok büyüktür. Ülkemize, birçok bakımlardan büyük yarar sağlayan 24 Ocak 1980 kararları da IMF ile yapılan sıkı bir işbirliği sayesinde gerçekleşmişti. Temennimiz toplumumuzun bir kısmında hakim mevcut bulunan IMF düşmanlığının sona ermesi bütün başımıza gelenlerin esas sebebi olan kamu gelir-gider dengesizliğin giderilmesi ya da en aza indirilmesi, başka bir deyimle kamu masraflarının kısılması ve gelirlerin artırılması sureti ile dış kredilerin de gerçekleştirilerek ekonomimizin düzlüğe çıkarılmasına çalışılmasıdır.