Bugünlerde ekonomik hayatımızı sıkıntıya sokan mali kriz ortamında; bunu oluşturan faktörlerden birinin de IMF olduğu yetkili kişilerce de ifade edilmeye başlandı. Bu hal bizi, IMF ile ilişkilerimize kısaca gözatmaya sevketti. Bizim de ortağı olduğumuz IMF ile kredi ilişkilerimizin başlangıcı 4 Ağustos 1958 devalüasyonudur. Bunun ilanıyla birlikte uygulamaya konulan istikrar programının desteklenmesi için bu teşekkülle stand-by anlaşması yapılmıştır. 10 Ağustos 1970 devalüasyonu sırasında da IMF kredi vermiş, ayrıca birçok devletten mali destek temininde de büyük gayret göstermiştir. 1977'de Haziran seçimlerinden sonra Sn. Süleyman Demirel başkanlığında kurulan Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin Ekonomik İstikrar Programını da destekleyen IMF ile olan ilişkiler 1978-1979 CHP hükümeti zamanında evvela olumsuz bir şekilde gelişmiş, sonraları Haziran 1979'da etrafının kendisini yanılttığının farkına varan zamanın başbakanı; bu teşekkülle ilişkileri normale çevirmiş ancak, kısmi senato seçimlerini kaybedince IMF'nin, desteğini tam göreceği sırada iktidardan çekilmiştir. 24 Ocak kararları da IMF ile normale dönen ilişkilerin yardımıyla süratle uygulanma ortamına kavuşmuştur. IMF ile ilişkiler için genelde yapılan tenkitlerin odak noktasını bu teşekkülün kredi verdiği ülkelere baskı yaptığı hususu teşkil etmektedir. Hemen ifade edelim ki IMF'nin durup dururken hiçbir ülkeye şöyle yap, böyle yap diyebileceği bir durum asla mevzubahis değildir. O sadece bir kredi verendir. Her kredi veren gibi verdiğini geri almayı düşünür. Bu sebeple o ülkenin borcunu ödeyebilecek durumda olmasını, başka bir deyimle; iktisadi bakımdan düzgün bulunmasını görmek ister. Dolayısıyla, o ülkenin ekonomisinin düzelmesi için gereken tedbir ve kararların alınmasını talep eder, aksi halde kredi vermez. Ancak, hemen ifade edelim ki bize göre olayın bir de başka yönü vardır. O da IMF'nin kredi şartı olarak ileri sürdüklerinin gerçekten geçerli olup olmadıklarıdır. Bize göre bu hususta en önemli faktör, bu teşekkülle yapılan müzakerelerde ülke şartlarını iyi anlatabilmektir. Biz 1964'den 1972'ye kadar Hazine Genel Sekreteri olarak IMF ile yapılan görüşmelerin bürokratik düzeyde sorumlusu idik. O zaman IMF'nin yetkilisi Sturc ile yaptığımız müzakerelerde bizden istedikleri fakat yanlış olduğunu bildiğimiz hususlardan vazgeçmeleri için büyük zorluklarla karşılaşırdık. Hatta, bir defasında görüşmeler iki ay sonra tekrar başlamıştı. 1969'da olan bu olayın sebebi o sene kredinin verilmesi için devalüasyon yapılmasının istenmesiydi. Biz Sturc'e o yıl bunun yapılmasının mümkün olamayacağını zira Eylül'de seçim yapılacağını bildirmiş isek de onu ikna edememiştik. Fakat, bir süre sonra devam eden diyaloğumuz sayesinde o ikna olmuş, kredi alınmış ve devalüasyon 1970'e kalmıştı. Bütün bunlarla ifade etmek istediğimiz husus IMF ile sonra devam eden diyaloğumuz sayesinde o ikna olmuş, kredi alınmış ve devalüasyon 1970'e kalmıştı. Bütün bunlarla ifade etmek istediğimiz husus IMF ile müzakerelerde, ülkenin durumunu anlatabilmek olduğudur. Bu vesile ile bir anımızı nakletmek istiyoruz: 1982'de Ticaret Bakanı iken ülkemize konsültasyon için gelen IMF heyetinin başkanını Hazine Genel Sekreterliğimiz zamanında tanıdığımız için gayri resmi olarak bakanlığa çağırdık. Konuşurken bizden 1980'lerde istedikleri bazı hususlardaki yanlışları kendisine anlattık, o da cevaben "Kemal Bey bize, durum söyledikleriniz gibi anlatılsaydı şikayetiniz konusu hususları sizden istemezdik" dedi. IMF'nin olumlu katkılarına rağmen bu teşkilatın Türk Ekonomisini giyemiyeceği bir elbisenin içine sokmaya ve kredi sağlanması karşılığında ülkemizden taviz koparmaya çalıştığı yani, beynelmilel bir baskı organı olduğu iddiaları öteden beri mevcuttur, daha da mevcut olacağa benzemektedir. Kanaatimizce IMF ile yapılan müzakerelerde önemli olan ülkemizin şartlarının iyi anlatılmasıdır. Bu, yapıldığı takdirde bizce bu kuruluşla olan ilişkilerimizin ülke yararına olmamasını eskiden yaşadıklarımıza dayanarak düşünemiyoruz.