"ABD ne yapacaktır?" ABD’nin federal krizi ve Devlet Bahçeli’nin tarihsel okuması

A -
A +

Devlet adamlığı, günübirlik siyasal hesapların çok ötesinde, zamanın ruhunu doğru okumak ve gelecek krizleri öngörerek milletin istikametini tayin edebilmektir. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin 16 Eylül 2017’de sosyal medya üzerinden kamuoyuna yönelttiği bir soru, bu anlamda sadece Türkiye değil, küresel siyaset açısından da çarpıcı bir dönüm noktasını işaret etmiştir:

 

“Kaliforniya’nın içten içe büyüyen, devamlı zemin tutan ayrılma talepleri iyice somutlaşır, gün yüzüne çıkarsa ABD ne yapacaktır?”

 

Bu ifade, o dönemde belki bazı çevrelerde sıra dışı bir ihtimal olarak görülmüş olabilir. Ancak bugün Kaliforniya merkezli toplumsal gerilimler, ayrılıkçı eğilimler, federal merkeze karşı direniş refleksleri ve derinleşen kutuplaşma; Sayın Bahçeli’nin sorusunu, öngörüden çok yapısal bir krizin erken uyarısı hâline getirmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin federal yapısı, yalnızca anayasal bir sistem değil, aynı zamanda toplumsal sözleşmenin taşıyıcısıdır. Ve bu sözleşme bugün, başta Kaliforniya olmak üzere pek çok eyalette fiilen çatırdamaktadır.

 

Donald Trump’ın tekrar sahneye çıktığı bu dönemde, Kaliforniya gibi progresif eyaletlerle merkez arasındaki ideolojik, demografik ve yönetişim temelli gerilimler artık yönetilebilir olmaktan çıkmıştır. Göçmen karşıtı politikalar, yoksulluk ve gelir eşitsizliği, kültürel kutuplaşmalar ve inanç temelli protestolar; birer semptom değil, federal sistemin çözülmeye başladığının göstergesidir. Los Angeles’taki dinî liderlerin Trump’a karşı İncil referanslı tepkileri Haham Sharon Brous’un “Firavun” benzetmesi ve Rahip Eddie Anderson’un “hiçbir insan yasa dışı değildir” çıkışı, artık Amerikan toplumsal sisteminde seküler birliğin bile sarsıldığını ortaya koymaktadır.

 

Sayın Bahçeli’nin 2017 tarihli çıkışı, sadece Amerika’ya dair değil; aynı zamanda Türkiye’nin küresel dönüşümleri nasıl okuması gerektiğine dair bir vizyonun ifadesidir. Zira ABD’nin yaşadığı bu derin sistem krizi, yalnızca iç politika başlıklarıyla sınırlı değildir. Çin’in artan küresel nüfuzu, Rusya’nın çevresel agresyonları ve Orta Doğu’daki istikrarsızlıklar, ABD’nin çözülme eğilimiyle birlikte yeni bir dünya düzeni ihtiyacını zorunlu kılmaktadır.

 

Bu noktada Türkiye, devlet aklını ve millî birliğini merkeze alan stratejik duruşunu daha da sağlamlaştırmalıdır. Sayın Bahçeli’nin siyasal çizgisi göstermektedir ki, devlet olmak sadece iktidarda bulunmak değil; millet iradesini tarihsel süreklilik içinde yaşatmak, toplumsal dayanıklılığı tahkim etmek ve siyasi istikrarı esas almaktır.

 

Türkiye, iç bütünlüğünü koruduğu ölçüde, bölgesel krizlerde yapıcı rol üstlenebilecek ve küresel belirsizlik dönemlerinde istikrar üretici bir aktöre dönüşebilecektir.

 

Devlet Bahçeli’nin 2017’de yönelttiği o sorunun muhatabı, bugün yalnızca Amerikan devleti değil; aynı zamanda küresel sistemin tüm aktörleridir. Çünkü yaşadığımız çağ, sadece ekonomik rekabetin veya askerî caydırıcılığın değil, aynı zamanda meşruiyet ve temsil krizinin çağıdır. Türkiye bu krize karşı, güçlü kurumsal geleneği, sosyal dokusu ve stratejik öngörüsüyle kendi rotasını çizmek durumundadır.

 

Artık mesele yalnızca “ABD ne yapacaktır?” sorusuna cevap aramak değildir. Asıl mesele şudur: Türkiye, bu küresel kırılmanın içinde nasıl bir rol üstlenecek, kendi iç birliğini nasıl tahkim edecek ve hangi tarihsel sorumlulukla küresel sistemin yeniden inşasına katkı sunacaktır? Bu sorular, sadece bir dış politika meselesi ya da stratejik konumlanma tercihi değildir; aynı zamanda Türkiye’nin kendi iç bütünlüğünü, toplumsal barışını ve demokratik meşruiyetini nasıl inşa edeceğiyle de doğrudan ilgilidir. Zira içeride zayıf olan bir devletin, küresel türbülanslar karşısında dirençli ve etkili bir aktör olması mümkün değildir.

 

Bu nedenle devlet aklı ve millî birlik; yalnızca teorik kavramlar değil, aynı zamanda Türkiye’nin geleceğini tayin edecek en kıymetli cevherlerdir. Bu cevherler, günübirlik siyasetle değil; tarihsel hafızayla, kurumsal süreklilikle ve toplumsal sadakatle parlatılmalıdır. Yeni dünya düzeni şekillenirken, Türkiye kendi değerleriyle bu sürecin öznesi olmalı; sadece izleyen değil, yön veren bir ülke konumuna yükselmelidir.

 

 

 

 

 

Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.