Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Sessizliğimiz suskunluk değil, sorumluluktur” sözleri, yalnızca bir liderin kişisel savunması değil; CHP’nin ve Türk muhalefetinin içine saplandığı derin krizlerin aynası. Burada bir kurultay kavgasından, koltuk yarışından fazlası var: Bir partinin kurumsal çöküşü, ahlaki iflası ve Türk demokrasisini tehdit eden bir yozlaşma.
Kılıçdaroğlu’na yönelik siyasi eleştirilerim olsa da ortada görmezden gelinemeyecek bir tablo var: Hançerleme iddiaları, delege pazarlıkları, belediye kaynaklarının parti içi darbeye dönüştürülmesi ve Kılıçdaroğlu’nun işaret ettiği linç ve tehdit kampanyaları... Bunlar sadece CHP’nin değil, Türkiye muhalefetinin utanç vesikaları.
Bugün Özgür Özel’in genel başkanlık koltuğuna oturduğu CHP’de, Kılıçdaroğlu bir tür paryaya dönüşmüş durumda. Oysa yakın zamana kadar omuz omuza yürüyenler, şimdi onu susturmak için siyasi ve sosyal abluka kuruyor. Kılıçdaroğlu’nun “direğe asarız, vururuz” türü tehditler aldığını açıklaması, basit sosyal medya sataşmalarını değil, organize bir linç mekanizmasını işaret ediyor.
İronik olan, onu susturmaya çalışanların neredeyse tamamının siyasete onun eliyle taşınmış olması. Cumhurbaşkanlığı adayları, belediye başkanları, grup başkan vekilleri… Hepsi Kılıçdaroğlu’nun açtığı dönüşüm kapısından geçmiş isimler. Şimdi geldikleri yerden dönüp onu tasfiye etmeye çalışmaları, hikâyenin en dramatik tarafı...
Bu mesele yalnızca Kılıçdaroğlu’nun kişisel itibarı değil; CHP’nin kurumsal dokusunu nasıl kaybettiğiyle ilgili. “Ben çalmadım, çalanların yüzüne tükürülür” çıkışı, bir sitem değil, 102 yıllık bir partideki ahlâki çöküşe ve yolsuzluk iddialarına karşı bir alarm. Bugün mesele yalnızca bir genel başkanlık değil; kurultaylara para karıştığı, oyların satın alındığı, soruşturmaların kapıda olduğu bir kriz.
Bu tablo sadece CHP seçmenini değil, hepimizi ilgilendiriyor. Ana muhalefet, iktidarın alternatifi değilse, sadece kendi iç çekişmelerine gömülmüşse, bu Türkiye’nin demokratik dengelerini de tehdit eder. Muhalefetin kendi iç krizine saplanması, siyasette rekabet ve yenilenme alanlarını daraltan bir unsur hâline geliyor. CHP, iç çekişmelerini çözemediği sürece hükûmet karşısında bir anlam ifade edemez.
Kılıçdaroğlu’nun “Bu partinin düşmanlarını yine bu partinin harîm-i ismetinde boğmaya muktediriz” sözleri; partiye zarar vermeye çalışanları, partinin kendi en kutsal, en dokunulmaz yapısı içinde bile etkisiz hâle getirebiliriz gibi hem meydan okuma hem de trajik bir iç hesaplaşmanın işareti. Bugün partide kimse “Ülkenin sorunları nedir, seçmene ne vadediyoruz?” diye sormuyor. Herkes kendi pozisyonunu, kendi vitrinini kurtarmanın peşinde. Özgür Özel’in Ekrem İmamoğlu’na kendini kabul ettirme çabası, parti içi hiyerarşiyi sarsıyor. Delegelerin satın alındığı iddiaları, belediye kaynaklarının kullanıldığı söylentileri ise etik ve hukuki kriz oluşturuyor.
Gazeteci Nevşin Mengü’nün “Kılıçdaroğlu ifade verirse dosya kapanır” mesajını yayması ise CHP içindeki hesaplaşmaları sulandıran bir manipülasyon örneği. Hangi savcı eski genel başkana böyle bir mesaj yollar? Dahası, Mengü’nün bağımsız gazetecilikten çok belirli bir hattın sesi gibi hareket ettiği artık ortada. Buradaki mesele bir savcının mesajı değil; Kılıçdaroğlu’nu yıpratmak için üretilen dezenformasyon.
Bu sadece bir adamı susturma meselesi değil; bir iç iktidar mücadelesi. CHP’de koltuk kapma yarışı, güç aritmetiği yürütülüyor. Kılıçdaroğlu’nun tasfiyesi, partinin kimlik mücadelesine ve Türkiye’de muhalefetin nasıl şekilleneceğine dair bir kavganın parçası.
Oysa geçtiğimiz yerel seçimlerde birçok belediyeyi kazanarak birinci parti hâline gelen ana muhalefetten, Türkiye’nin dört bir yanında insanlar çözüm ve hizmet bekliyor. CHP kendi içine kapanıp çekişmelere saplandıkça, muhalefet adına derin bir zaaf doğuyor. Oysa muhalefetin görevi sadece iktidara karşı çıkmak değil; yönettiği şehirlerde topluma umut aşılayacak somut hizmetler ve yapıcı politikalar üretmek. Kılıçdaroğlu’na yönelik linç siyaseti, muhalefetin enerjisini neden ve nasıl yanlış alanlarda tükettiğinin çarpıcı göstergesi.
Bu gidişat değişmezse, muhalefet yalnızca iç iktidar oyunlarına gömülmüş bir yapı olmaktan öteye geçemez ve toplum nezdinde güven kaybı yaşamaya devam eder. Mesele yalnızca bir eski genel başkanın kaderi değil; mesele, Türkiye’de sahici, cesur ve umut veren bir muhalefet dili kurulup kurulamayacağıdır. Ve bu soru, her zamankinden daha yakıcı…
Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...