2025 yılı…
Türkiye’nin iç siyaseti artık içeriden değil, dışarıdan yazılıyor.
Senaryolar Brüksel’de kurgulanıyor, Berlin’de revize ediliyor, Strazburg’da sahneleniyor.
Ama bugün mesele, kimlerin konuştuğu değil; kimin adına konuştuğu.
Geçtiğimiz günlerde iki farklı ülkede, ama aynı saatlerde yaşanan iki olay; bu stratejik kuşatmanın açık kodlarıydı.
Strazburg’da FETÖ üyeleri Ekrem İmamoğlu maskeleriyle yürüdü. Aynı gün Berlin’de Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD), İmamoğlu’nun “serbest bırakılması” çağrısını yaptı.
Aynı figür, aynı söylem, farklı zemin.
Bu bir tesadüf değil; bu, çok aktörlü bir hibrit operasyonun açık sahnesidir.
Ve bu operasyonun merkez figürü Ekrem İmamoğlu’dur.
Bugün CHP Belediyelerinde artık kimse “şehircilik” konuşmuyor. Çünkü mesele belediyecilik değil.
Mesele, FETÖ’nün post-2016 dönemine seçtiği yeni anlatı yüzüdür: Sivil görünümlü, mağdur pozlu, Batı’da alkışlanan bir siyasi figür… Ve bu projeyi taşıyan kişi, hiç kuşkusuz Ekrem İmamoğlu’dur.
Katıldığım bütün televizyon yayınlarında, mecralarda hep dile getirdim;
İmamoğlu sadece bir belediye başkanı değil; bir algı mühendisliği operasyonunun sahadaki karakteridir.
Batı’nın şekillendirdiği “siyasi mağdur” prototipinin Türkiye’deki vitrinidir.
FETÖ bugün Avrupa’da yalnızca örgütlenmiyor; Avrupa üzerinden Türkiye’nin iç siyasetini yeniden dizayn ediyor. STK’lar, medya kuruluşları, sözde akademik yapılar ve insan hakları ağları, bu yeni müdahalenin iletişim kanalları hâline gelmiş durumda. Ve bu dış operasyonun içerideki en etkin tercümanı artık CHP’dir.
CHP, 2016 sonrası FETÖ’nün “terörist” algısından sıyrılarak kurduğu yeni sivil anlatıyı, Türkiye içinde meşrulaştıran bir siyasi aygıta dönüşmüştür. Muhalefet partisi değil; söylem aktarıcısıdır.
Bu dönüşümün en açık örneği ise Özgür Özel’in Berlin’de yaptığı konuşmadır. Almanca metinle konuşarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni Batı’ya şikâyet eden Özel; aslında FETÖ’nün yıllardır Avrupa’da inşa ettiği mağduriyet söyleminin içerideki sözcülüğünü yapmıştır. Aynı dil, aynı argüman, aynı hedef.
Ekrem İmamoğlu bu oyunun vitrinidir.
Özgür Özel ise bu operasyonun siyasi sözcüsüdür.
CHP, geçtiğimiz yerel seçimlerde sandıktan birinci parti olarak çıkmış olabilir; ancak asıl dikkat edilmesi gereken, hangi merkezin ajandasını taşıdığı ve hangi küresel söylemlere içeriden tercümanlık yaptığıdır. Zira artık mesele bir muhalefet hareketi değil; başka bir iradenin içerideki sesi, dışarıdan yön verilen bir politik aktör olmaktır.
Üstelik bu sadece söylemle sınırlı değil; eylemle de yürütülüyor.
19 Mart 2024…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarihinde ilk kez, kamu kaynaklarının çete eliyle paylaşımı, rüşvet ve organize suç iddialarıyla onlarca kişi tutuklandı. Bu sadece bir belediyedeki yolsuzluk meselesi değil; devletin kaynaklarının nasıl sistematik biçimde kuşatılmak istendiğinin kanıtıdır.
Ve hemen ardından sokağı terörize etmeye çalıştılar. Sokak olayları çıkarıldı, toplumsal huzur hedef alındı. Bu, siyasi ve sosyal istikrarı bozma amacına hizmet eden planlı bir kaos girişimidir.
Bugün Berlin’de “serbest bırakın” diyen Almanya Sosyal Demokrat Partisi yalnızca bir açıklama yapmıyor. Türkiye’nin bağımsız yargısına hüküm biçiyor. Ve CHP bu metni savunuyor.
Bu, içeride kurulan yeni bir sivil vesayet düzeninin ilanıdır.
Tankla tüfekle değil, dijital milis ordusuyla… Darbe ile değil, dizaynla… Zorbalıkla değil, mağduriyet propagandasıyla…
Ve sormak gerekir:
Bu oyunu içeriden kim bozacak?
Milletin iradesine dışarıdan yön verilmesine kim “dur” diyecek?
Yoksa içeridekiler, bu müdahalenin gönüllü ortakları mı?
Bu sorular, yalnızca siyasi bir tartışmanın ötesindedir; Türkiye’nin egemenlik ve istikrar mücadelesinin temelidir.
Çünkü bugün mesele Ekrem İmamoğlu şahsında daralmamalıdır.
Mesele, onun üzerinden yürütülen, ülkemizin geleceğini hedef alan kapsamlı ve sistematik bir organize projedir.
Bu projeye karşı durmak artık bir siyasi tavır değil, bir millî güvenlik refleksi olmalıdır.
Devlet aklı, millet iradesinin teslim alınmasına karşı en güçlü direnişi göstermek zorundadır.
Çünkü vesayet, artık tanklarla değil; ideolojilerle, anlatılarla ve algılarla kurulmaktadır.
Ve o anlatıyı en çok da içeriden konuşanlar işletmektedir.
Bugün görev, bu hikâyeyi bozmak, içerideki iş birlikçileri ifşa etmek ve milletin gerçek iradesini korumaktır. Aksi takdirde, dış müdahaleye karşı direnç kırılır, millî iradenin özgür alanı daralır. Ve Türkiye’nin siyasi geleceği, dışarının ellerinde şekillenmeye devam eder.
Bu nedenle, her siyasi aktörün öncelikle kendi sorumluluğunu sorgulaması şarttır. Bu oyun içeriden kırılmazsa, zincirler kendi ellerimizle örülür, vatan toprağı kendi gözlerimizle karartılır. İhanet içerideyse, dış düşman neye güvenir? Bu oyun içeriden parçalanmadıkça, Türkiye’nin istiklali ve istikbali karanlığa gömülür.
Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...