Musk’ın “Trump Takıntısı Sendromu”

A -
A +

Amerikan siyasetinde kişilik çatışması gibi görünen her kriz, çoğu zaman daha derin bir yapısal fay hattına denk düşer. Donald Trump ile Elon Musk arasındaki son söz düellosu da yalnızca bir ego kapışması değil; Cumhuriyetçi cephedeki kimlik bunalımının görünür hâle gelmiş bir yansımasıdır.

 

Trump, Musk’a “Trump Takıntısı Sendromu” teşhisi koyduğunda, bunu her zaman yaptığı gibi bir tür siyasi savunma refleksi olarak kullandı. Ancak bu kez hedef, sıradan bir medya figürü değil; Cumhuriyetçi genç kuşağa hitap eden, hem teknolojik hem ideolojik anlamda geleceği temsil ettiği varsayılan bir figür: Elon Musk.

 

Peki bu kriz yalnızca iki güçlü figürün karşı karşıya gelişi mi, yoksa Washington’da daha geniş bir fay hattı mı kırılıyor?

 

Trump’ın desteklediği One Big Beautiful Act adlı devasa harcama paketi, altyapı yatırımlarından sınır güvenliğine, geleneksel enerji projelerinden kırsal kalkınmaya kadar pek çok alanda büyük ölçekli kamu harcamasını öngörüyor. Ancak bu paket, ABD’nin önümüzdeki on yıl içinde yaklaşık 3,1 trilyon dolarlık yeni bir borç yükü altına girmesi anlamına geliyor. Musk, bu tasarıyı “iğrenç bir yağma” olarak nitelendirdi ve Cumhuriyetçi Parti’ye danışmanlık yaptığı enerji inovasyon kurulundan istifa etti. Bu istifa, partideki iki ana damar arasında derinleşen bir çatlağın sembolü oldu: Popülist-milliyetçi ekonomi anlayışı ile teknokratik-mühendis aklı.

 

Trump, Musk’ı “çıldırmış bir sübvansiyon bağımlısı” olmakla suçlarken, aslında enerji politikaları üzerinden dolaylı bir mesaj da verdi: Trump yönetimi artık yeşil enerjiye değil, klasik endüstrilere ve fosil yakıtlara öncelik vereceğini açıkça ortaya koyuyor. Bu da sadece iklim politikalarında değil, ABD’nin küresel jeopolitik konumunda da yeni bir yönelim anlamına geliyor.

 

Ancak asıl kritik olan, bu çatışmanın kişisel rekabetin ötesine geçerek bir hegemonya mücadelesine dönüşmüş olmasıdır. Musk’ın sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı çıkışlar yalnızca yasa karşıtı eleştiriler değil; aynı zamanda Trump’a dönük bilinçli bir meşruiyet aşındırma stratejisidir. “Ben olmasaydım seçimi kazanamazdı” söyleminden, Epstein dosyasına kadar uzanan ima yüklü gönderilerine kadar genişleyen bu agresif dil, Cumhuriyetçi Parti içinde Trump’a biat etmeyen bir ultra-zengin figürün artık kral yapıcı değil, kral bozucu rolüne soyunduğunu göstermektedir.

 

Musk’ın bu hamlesi aynı zamanda Cumhuriyetçi Parti’nin geleceğine dair bir vizyon tartışmasıdır. “Ben olmasaydım, Trump seçimi kaybederdi” ifadesi, ilk bakışta 'narsistik' bir çıkış gibi görünse de, 2024 seçimlerinde Musk’ın sahip olduğu medya gücü (X platformu) ve verdiği dolaylı kampanya desteği Trump’ın başarısında gerçekten etkili olmuştu.

 

Fakat tam da bu nedenle yaşanan kopuş, daha sembolik bir anlam taşıyor. Teknolojinin ve yeni nesil girişimciliğin yüzü olan Musk ile, muhafazakâr-popülist hattı temsil eden Trump artık aynı gelecek tahayyülünü paylaşmıyor.

 

Amerikan sağında sadece liderler düzeyinde değil, değerler düzeyinde de bir ayrışma yaşanıyor. Bir yanda “Amerika’yı tekrar büyük yapalım” diyen endüstriyel nostalji; diğer yanda “Amerika’yı Mars’a taşıyalım” diyen teknolojik ütopya.

 

Uluslararası açısından bu kriz, iki milyarderin kişisel çatışması olarak okunmamalı. Zira hem Trump’ın enerji politikaları hem de Musk’ın teknolojik vizyonu, küresel ekonomi ve savunma sanayi dengelerinde doğrudan etkili. Trump’ın sübvansiyon iptalleri, Çin karşısında ABD’nin rekabet gücünü sınırlayabilir. Musk’ın enerji dönüşümü hedefi ise sadece bir yeşil enerji arayışı değil; Tesla üzerinden küresel elektrikli araç piyasasını yönlendiren, SpaceX’in Starlink projesiyle iletişim altyapılarını dönüştüren çok katmanlı bir strateji. Bu vizyon, özellikle Avrupa’nın sürdürülebilirlik gündemi ve Asya’nın teknoloji yatırımları üzerinde belirleyici bir rol oynayabilir.

 

Bu nedenle Washington’daki bu söz düellosu, sadece iç politika meselesi değil; Batı ittifakının yönünü, hatta demokrasi ile teknokrasi arasında yeni bir denge kurma ihtimalini tartışmaya açan bir eşiktir.

 

En çarpıcı olan ise şu: Trump, Musk için “artık çekilmez” diyor; Musk ise “ben olmasaydım sen yoksun” diye cevap veriyor. Bu, birey kültünün kurumsal aklın önüne geçtiği yeni Amerikan siyasetinin çarpıcı bir özeti niteliğinde.

 

Cumhuriyetçi Parti bugün yalnızca bir siyasi hareket değil; aynı zamanda geçmişle gelecek arasında sıkışmış bir karar aralığı. Trump’ın “büyük” tasarımı ile Musk’ın “ince ve güzel” tercihi arasında, Amerikan muhafazakârlığının geleceği oylanıyor.

 

 

 

Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.