Dış politikada bazen bir şehre yüklenen anlam, o şehrin taşında, toprağında değil, temsil ettiği siyasi niyetlerde saklıdır. İstanbul, işte bir kez daha böyle bir tarihsel eşikte duruyor. Moskova’da Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve mevkidaşı Sergey Lavrov’la gerçekleştirdiği görüşmeler, yüzeyde birer diplomatik temas gibi dursa da, aslında çok daha büyük bir oyunun taşlarını yerinden oynatabilecek derinlikte. Çünkü artık mesele sadece Karadeniz’in suları ya da Karabağ’ın dağları değil; mesele, Türkiye’nin küresel denklemde nasıl bir oyuncu olduğunu tanımlamak. Ve biz bu tanımı, sessiz ama kararlı diplomasiyle yeniden yazıyoruz.
Putin’in Fidan’ı Kremlin Sarayı’nda bir saate yakın kabul etmesi, sıradan bir ağırlama değil. Sahnenin arka planında Sayın Cumhurbaşkanımız ile Putin arasında yıllardır örülen güven köprüsü var. Ben hep şunu düşünüyorum: Sayın Erdoğan ve Putin, sahada güç kullanma kararlılığıyla masada siyasi pragmatizmi harmanlayabilen, Batı’nın kolay anlayamadığı liderler. Onları bir araya getiren sadece çıkar değil; birbirlerinin oyun kurucu yönlerini tanıma yetenekleri. İşte bu yüzden Türkiye, Rusya-Ukrayna savaşında ara bulucu olabiliyor. Çünkü Batı’nın Ukrayna üzerinden yürüttüğü güç politikalarına karşı hem Moskova ile konuşabilen hem de Kiev’in çekincelerini dinleyebilen nadir bir ülkeyiz.
Bu görüşmenin merkezinde, savaşın ateşini bir nebze olsun düşürebilecek bir plan var: İstanbul’da yeni bir müzakere turu. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov açıkça, “İstanbul, muhtemel bir adres” dedi. Bu, Türkiye için yalnızca bir diplomatik övgü değil, aynı zamanda dünyaya verilen bir mesaj: Ankara, sadece kendi bölgesinde değil, küresel diplomasi masasında da ağırlığını koyabilecek kapasitede. Sayın Hakan Fidan’ın, “Bunu yalnızca bölgemiz için değil, küresel barış için görev biliyoruz” cümlesi aslında Türkiye’nin ne kadar büyük düşündüğünü gösteriyor.
Lavrov’un sözlerinde Batı’ya dair büyük bir hayal kırıklığı seziliyor. “Avrupa barışı istemiyor, çünkü barış birçok Avrupa siyasetçisinin kariyerine mal olur” diyor. Bu yorum, sadece Rusya’nın şikâyeti değil; Türkiye’nin de yakından hissettiği bir gerçek. Ben hep şöyle görüyorum: Avrupa’nın ikiyüzlü siyaseti, Doğu’nun ve özellikle Türkiye’nin ara bulucu olma potansiyelini artırıyor. Çünkü Batı’nın sabote edici hamleleri, bizim diplomasimizin ağırlığını güçlendiriyor. Moskova’nın, ABD Başkanı Donald Trump’ın “Bu bizim savaşımız değil” çıkışına olumlu bakması da ilginç. Demek ki Washington, en azından masaya dönüş konusunda Ankara ile aynı çizgide. Fakat elbette, sahadaki gerilim, Kiev’e gelen Batı destekli insansız hava araçları, süreci tehlikeye sokuyor. Diplomasi bir yandan umut inşa ederken, bir yandan bu umutları tehdit eden dinamikleri de yönetmek zorunda.
Suriye ve Gazze başlıkları, bu görüşmenin bir diğer yüzü. Lavrov, Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne verdiği önemi önemsediğini söylüyor. Bu çok kritik, çünkü Astana sürecinden bu yana Türkiye ve Rusya, Suriye konusunda birçok kez karşı karşıya gelse de, koordinasyonu hiç bırakmadı. Gazze’de ise Lavrov’un, “Türkiye’ye minnettarız” sözleri, bir diplomasi metni içinde küçük ama çok anlamlı. Çünkü Gazze’de, vicdanın sesi olan ülkelerden biri Türkiye. Bunu Rusya bile teslim ediyor.
Enerji güvenliği ise diplomasi kadar sessiz ilerleyen bir savaş alanı. Sayın Hakan Fidan, TürkAkım hattına yönelik muhtemel sabotaj riskine karşı Rusya ile koordinasyonun sürdüğünü ifade ediyor. Şunu unutmamak lazım: Ukrayna-Rusya gerilimi sadece sınırda yaşanmıyor; doğalgaz hatlarında, enerji tedarik zincirlerinde, Avrupa’nın sıcak su borularında da bu savaşın yankısı hissediliyor. Eğer enerji altyapısı zarar görürse, bu sadece Rusya ve Türkiye’nin meselesi olmayacak; bütün Avrupa’yı donduracak bir kriz oluşturabilir!
Kendi gözlemlerimle şunu söylemeliyim: Bu ziyaret, Türkiye’nin dış politikadaki ağırlığını hissettirdiği bir dönemin göstergesi. Sessiz ama etkili bir diplomasiyle, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Hakan Fidan, Türkiye’yi yalnızca bölgesel bir güç değil, küresel bir dengeleyici oyuncu hâline getiriyor. Belki bugünlerde çok fazla ses getirmeyen bu temaslar, önümüzdeki aylarda İstanbul’u yeniden diplomasinin kalbine yerleştirecek. Ve ben inanıyorum: İstanbul, masaların kurulduğu, savaşların değil barışın müzakere edildiği bir şehir olarak yeniden anılacak. Yeter ki Türkiye, bu stratejik pozisyonunu doğru yönetsin, çıkarlarını korurken ilkelerini de yitirmesin.
Çünkü bu diplomasi, yalnızca Ankara ile Moskova arasında değil; Türkiye ile dünya arasındaki yeni bir bağın da inşası. Ve bu inşanın ustaları, tarihe kalacak.
Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...