Rüşvetin, ihalenin ve yozlaşmanın hafızası: Ekrem İmamoğlu’nun karakutusu o telefon

A -
A +

İstanbul’un seçilmiş değil, saklanmış başkanı…

 

Bugün Ekrem İmamoğlu’nun ismi yalnızca siyasi tartışmalarla değil; bir suç dosyasının merkezinde geçiyor. Suç örgütü yöneticiliği, irtikap, rüşvet, dolandırıcılık ve ihaleye fesat karıştırma suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında kaybolan cep telefonunun İstanbul’da bir evde bulunması, bu hikâyede artık hiçbir şeyin “normal” olmadığını gösteriyor...

 

Devlet arıyor, o saklıyor. Emniyet soruyor, o başka bir telefon gösteriyor. Gerçekle yüzleşmek yerine, izleri yok etmeye çalışan bir yerel yönetici profiliyle karşı karşıyayız. İmamoğlu’nun o meşhur “sakin güç” imajı, yerini telaşlı, tedirgin ve artık neredeyse paranoyak bir davranış biçimine bıraktı. Zira bir siyasetçi, kendini halkın temsilcisi değil, hukuktan kaçan bir sanık gibi konumlandırırsa, orada artık demokrasi değil; kişisel çıkar cumhuriyeti vardır.

 

Cep telefonları, bugünün dijital karakutularıdır. O cihazda hangi konuşmalar, hangi yazışmalar, hangi ihale pazarlıkları ya da hangi rüşvet trafiği vardı da gözaltı sırasında başka bir telefonla Emniyet yanıltılmaya çalışıldı? Bu basit bir kişisel koruma refleksi değil, planlı bir delil karartmadır! Bu noktadan sonra kimse “siyasi operasyon” söylemiyle milletin aklıyla alay etmeye kalkmasın. Siyaset bu değil. Kamu görevini suistimal edip, sonra da belgeleri saklayan birini savunmak artık ideolojik değil, ahlaki bir çöküştür.

 

İmamoğlu’nun siyasi kariyeri, bir akıl inşası değil, bir algı imalatıdır. Popülizmin steril yüzü olarak piyasaya sürülen bu figür, Batı fonlarıyla beslenen medya projelerinin, sosyal medya şovlarının ve danışman enflasyonunun ürünüdür. İstanbul’u yönetmeye değil, cumhurbaşkanlığına sıçramaya odaklanan bu modelin bugün geldiği yer, belediye bütçelerinden beslenen bir rant düzenidir...

 

2019’da başlayan süreçte, CHP’nin İBB’yi sadece bir belediye değil, iktidara giden yolda bir kaynak ve kadro merkezi olarak konumlandırdığı artık sır değildir. Atamalar, ihaleler, arka kapı temasları… Hepsi şimdi hukuk önündedir. Ve bu defa sadece siyasi değil; cezai sorumluluk söz konusudur.

 

Bu nedenle Ekrem İmamoğlu meselesi yalnızca şahsi bir çöküş değil; bir zihniyetin iflasıdır. “Kent uzlaşısı” söylemiyle Kandil'e göz kırpan, terörle mesafeyi muğlaklaştıran, CHP içindeki ulusalcı damarı tasfiye ederek İstanbul’u bir ideolojik laboratuvara çeviren bu kadro, şimdi aynı laboratuvarda kendi kimyasıyla zehirlenmiştir.

 

Bugün CHP hâlâ bu çöküşü “mağduriyet” ambalajıyla pazarlamaya çalışıyorsa, asıl siyasi iflas oradadır. Çünkü kamuoyu artık saf değil. Bu millet; telefonunu saklayanla yüzleşeni, rüşvete batanla hesap vereni ayıracak ferasete sahiptir...

 

Bu dava, sadece bir belediye başkanının yargılanması değil, muhalefetin siyasi ahlâk testi hâline gelmiştir. Eğer CHP, bu tabloya rağmen hâlâ bu ismi “cumhurbaşkanı adayı” gibi parlatma gafletindeyse, o vakit bu yalnızca bir şahıs davası değil, siyasi intihardır! Halk, temsilcisine güvenmek ister. Oysa bu dava, seçmenin karşısına güven değil, utanç çıkarmıştır...

 

Devletimizin  tüm kurumları ise bu süreçte vakar, tarafsızlık ve kararlılık içinde davranmaya devam etmektedir. Bu meselede hukukun sükûneti, siyasetin gürültüsünden daha değerlidir. Çünkü bu sadece bir yargılamanın değil, devlet-millet güven ilişkisinin de yeniden inşasıdır.

 

 

 

 

 

Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.