Türkiye siyasetinde uzun zamandır ertelenen bir mesele var: Arınma... Siyasi partilerin kendi içlerinde etik, hukuki ve ahlaki bir temizliği gerçekleştirmeden ülkenin demokratik standartlarını yükseltmesi mümkün değil. Bugün CHP’nin karşı karşıya kaldığı kriz, yalnızca bazı isimlerin adli süreçlere konu olması değil; partinin bu süreçler karşısında gösterdiği refleksin ne kadar sağlıklı olduğu meselesidir.
CHP yönetiminin, hakkında ciddi iddialar bulunan bazı isimlere hızla sahip çıkması, siyaset bilimi açısından dikkatle incelenmesi gereken bir davranış. Demokratik kültürlerde parti yönetimlerinin ilk refleksi, hukuki sürece alan açmak ve kurumsal güvenilirliği korumak olur. Oysa CHP’de refleks tam tersine işliyor: İddiaların “siyasi” olduğu varsayılıyor, partiyi lekeden korumak yerine tartışmayı tamamen kişiselleştiren bir savunma hattı kuruluyor. Bu da CHP’nin kurumsal kapasitesinin, bireylerin etrafında şekillenen bir aidiyet ilişkisine dönüştüğünü gösteriyor.
Tam da bu noktada eleştiriyi keskinleştiren bir başka gerçek var: Partideki tartışmaların, delegasyon ve örgüt tarafından neredeyse hiç dirençle karşılanmaması. Tüm bu iddialara rağmen CHP’nin oy oranları yükselme eğiliminde ve Özgür Özel, neredeyse tam mutabakatla yeniden Genel Başkan seçiliyor. Bu tablo ilk bakışta güçlü bir liderlik göstergesi gibi okunabilir ancak aslında daha karmaşık bir sosyolojik durumu işaret ediyor. Bir kısım CHP seçmeni ve delegesi, partideki ciddi etik sorunlara rağmen mevcut kadroları koruma eğilimi gösteriyor. Bu refleks, bir sorumluluk bilincinden değil; kolaycılıktan ve değişim korkusundan kaynaklanıyor. Oy yükselişi, partinin sorunlarını aştığını değil, seçmenin kriz karşısında “mevcut düzen bozulmasın” mantığıyla hareket ettiğini gösteriyor. Bu tavır, sorumluluk duygusundan yoksun bir bağlılık, arınma ihtiyacına kör bir destek anlamına geliyor. Parti yönetimi için bu, seçmen desteğinin bir ödül değil, daha büyük bir etik ve kurumsal sınav yüklediğinin hatırlatması olmalı.
CHP’nin bugün karşı karşıya olduğu en temel mesele şudur: Kendi içinde arınmayı başaramayan bir yapı, Türkiye’ye nasıl bir dönüşüm programı sunabilir? Siyasette kurumsal güven, bir partinin toplumla kurduğu ilişkinin temelidir. Eğer bir parti kendi bünyesindeki iddiaları bile yönetemiyor, şeffaflık ve hesap verebilirlik mekanizmalarını çalıştıramıyorsa, bu yapının devlet yönetiminde daha büyük krizlerle karşılaşması kaçınılmazdır. “Arınma” kavramı bu nedenle yalnızca ahlâki bir çağrı değil; doğrudan bir yönetim kapasitesi testidir.
CHP yönetimi ise bu testi kaybediyor. Delegelerin yüzde yüzüne yakın desteği bile bu gerçeği değiştirmiyor. Çünkü delegasyonun desteği, partinin sorunlarının çözüldüğünü değil, ertelendiğini gösteriyor. Sorunlar halının altına süpürülüyor, ama halının kabardığı çıplak gözle bile görülüyor. Bu durum, özellikle seçim öncesinde CHP’yi büyük bir kırılganlıkla baş başa bırakıyor.
Daha da önemlisi, kongre salonunda verilen mesaj, etik arınmayı hedefleyen bir siyaset yerine, “eleştirenleri dışlayarak ilerleme” çizgisinin benimsendiğini gösterdi. Bu, siyaset teorisinde “kapanan örgüt davranışı” olarak bilinir: İç eleştiriyi tehdit gören, dışa karşı ise agresifleşen bir yapı. Bu tür örgütler kısa vadede güçlü görünür, fakat uzun vadede demokratik esnekliğini kaybettiği için kırılır, çözülür, toplumla arasındaki inandırıcılık bağını kaybeder. CHP tam da bu eşiğin üzerinde duruyor.
Seçime giden bir parti için en büyük risk, kendi içinden yükselen gerçeklik çağrısını duymamaktır. CHP yönetimi, hakkında ağır iddialar olan isimlerin savunulmasını bir sadakat göstergesi hâline getirerek bu riski büyütüyor. Oysa devlet yönetimi sadece sadakatle değil; şeffaflıkla, liyakatle, kurumsal disiplinle yürür. Kendi içinde hukuk düzeni oluşturamayan bir hareketin, 85 milyonluk bir ülkede adalet, liyakat ve etik yönetim iddiasında bulunması inandırıcı değildir...
İşte bu nedenle sorulması gereken soru basittir: CHP, kendi evindeki kiri temizleyemezken, Türkiye’ye tertemiz bir sayfa açacağını nasıl iddia edecek? Kongre salonunda yükselen alkışlar, bu sorunun cevabını vermiyor; aksine sorunun derinliğini daha görünür kılıyor. CHP, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu partinin tarihsel ağırlığını taşımak yerine, o ağırlığı kendi iç hesaplaşmalarının perdesi hâline getiriyorsa, burada artık sadece bir siyasi kriz değil; bir kimlik erozyonu vardır.
Arınma talebi artık partilere dışarıdan gelmiyor; kendi içinden yükseliyor. CHP bu çağrıyı duymazsa, yükselen oy oranı bir başarı değil, kaçırılmış bir fırsat olarak tarihe geçecektir. Ve unutulmamalıdır ki, tarih sadece güçle yazılmaz; ahlakla, şeffaflıkla ve hesap verebilirlikle de yazılır. CHP’nin seçimlere giderken en büyük sınavı, kendi içinde arınmayı başarabilmek ve liderlik iddiasını hak etmektir. Bu sınavı kaybederse, sadece partisi değil, Türkiye’nin demokratik geleceği de bundan payını alacaktır.

