Saldırıya karşı sağduyu, kaosa karşı kurumsal güç

A -
A +

Geçtiğimiz gün, TBMM Başkan Vekili ve DEM Parti İstanbul Milletvekili Merhum Sırrı Süreyya Önder’in cenazesinde, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yapılan fiziki saldırı, yalnızca bireysel bir şiddet vakası değil, Türkiye’de kamusal güvenlik refleksinin yeniden düşünülmesini gerektiren çok katmanlı bir hadise olarak önümüzde duruyor. Özgür Özel’in kimliğinden ve siyasi çizgisinden bağımsız olarak söylüyorum: Bu saldırı, hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz, kabul edilemez. Çünkü mesele yalnızca bir kişiye değil, demokrasinin kendisine yönelmiştir...

 

Üstelik saldırıyı gerçekleştiren şahsın geçmişi, olayın sıradan bir güvenlik açığı olmadığını ortaya koyuyor. Bu kişi yalnızca sabıkalı değil, aynı zamanda iki evladını öldürmüş bir katil! Şartlı tahliye, pandemi infaz düzenlemeleri gibi uygulamalardan yararlanarak dışarıda dolaşan bu şahıs, herhangi bir alanda değil, kamusal bir alanda cenazeye ve kamuoyunun önündeki bir siyasiye saldırıyor. Burada durup sormamız gerekiyor: Nasıl oldu da böylesine ağır suçlar işlemiş bir kişi, toplum içine bu denli rahat karışabildi? Ceza infaz sistemi ile kamu güvenliği arasındaki koordinasyon neden bu denli kopuk?

 

Devletimizi yıpratmak istemeyiz, eleştirilerimizi yıkıcı değil yapıcı bir niyetle ortaya koyarız. Çünkü biliyoruz ki güçlü devlet, yalnızca kusursuz görünen değil, eksiklerini tamamlamaktan çekinmeyendir. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Başkanlık Koruma Birimi Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığı bugün dünya liderleri arasında ABD Gizli Servisi Secret Service ve Rusya Federal Koruma Servisi FSO koruma ajansı ile birlikte ilk üç arasında sayılıyor. Bu, devletimizin güvenliğe verdiği önemin ve profesyonel kapasitesinin somut göstergesidir. Bu yüksek standart, elbette yalnızca lider düzeyinde değil, halkla temasın olduğu her alanda hissedilmelidir...

 

Saldırının ardından Sayın Cumhurbaşkanımızın Özgür Özel’i arayarak geçmiş olsun dileklerini iletmesi ise, yalnızca bir nezaket değil, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı makamının birleştirici karakterinin tezahürüdür. Bu temas, siyasette gerilimin değil sağduyunun ve diyaloğun hâkim olması gerektiğini gösteren güçlü bir işarettir. Devlet, tüm siyasi görüşlerin üzerindedir ve bu duruş, milletin güvenliğini ve demokrasisini teminat altına alır.

 

Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı açıklamada “şiddetin her türlüsüne karşıyız” vurgusuyla birlikte, olayın ardındaki esrar perdesinin mutlaka aralanması gerektiği çağrısı ise, devletin bu meseleye ciddiyetle ve soğukkanlılıkla yaklaştığını ortaya koymuştur. Bu saldırının bireysel bir sapkınlık mı, yoksa iç ya da dış bağlantılı organize bir provokasyon mu olduğu elbette araştırılacaktır. Devletimiz bu çapta olayları aydınlatacak maharete ve kurumsal kudrete fazlasıyla sahiptir.

 

Dünyada pek çok örnek, suçluların cezalarını çekmelerinin ardından bile toplum güvenliğini tehdit etmemeleri için uygulanan takip sistemlerinin etkinliğini gösteriyor. Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da, ağır suçlar işlemiş bireyler serbest bırakıldığında, dijital izleme sistemlerine dâhil ediliyor ve çeşitli sosyal aktiviteleri denetleniyor. Bu tür yöntemler, suçluların topluma yeniden entegre olabilmesi için daha güvenli bir ortam sağlıyor. Biz de bu örneklerden ilham alarak, suçlu bireylerin topluma tekrar kazandırılmadan önce etkili bir izleme ve sınırlama süreçlerine tabi tutulmaları gerektiğini unutmamalıyız...

 

Olayın bir başka boyutu da, toplumsal güvenlik hassasiyetidir. Bugün birçok ülkede yüksek riskli hükümlüler, salıverildikten sonra dijital takip sistemlerine dâhil ediliyor, belirli alanlara girişleri kısıtlanıyor, psikolojik ve davranışsal değerlendirmelere tabi tutuluyor. Bizim de bu örneklerden ilhamla, özellikle ağır suçlar işlemiş bireylerin kamusal hayata dönüşünde, hem teknik hem de vicdani denetim mekanizmalarını güçlendirmemiz gerekir. Kamusal alan yalnızca özgürlüğün değil, aynı zamanda güvenliğin de mekânıdır.

 

Merhum Sırrı Süreyya Önder’e Allah’tan rahmet diliyorum. Hayatı boyunca farklı düşünceler taşısa da, diyalog ve barış arayışını öncelemiş bir siyasetçiydi. Onun en son vasiyeti de bu yönünü yansıtıyordu. Cenazesinde, Şeyh Galib’in Nât-ı şerifindeki bazı dizelerin okunmasını istemişti. Bu dizeler, benim de çok sevdiğim, Mehmet Akif Ersoy’un “Said Paşa’nın İmamı” şiirinde referans verdiği ve büyük bir hayranlıkla andığı beyitlerdir:

 

 

 

“Sultân-ı Rusül, Şâh-ı Mümecced’sin, efendim!

 

Bîçârelere devlet-i sermedsin, efendim!

 

Menşûr-i 'Le amrük'le müeyyedsin efendim!

 

Dîvân-ı İlâhî’de ser-âmedsin, efendim!

 

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin, efendim!

 

Hak’tan bize Sultân-ı Müeyyed’sin, efendim!”

 

 

 

Bu dizeler, yalnızca onun estetik zevkini değil, aynı zamanda İslamî gelenekle kurduğu manevi bağı, ortak değerlerimizi ve Peygamber Efendimiz’e duyduğu hürmeti de gözler önüne seriyor. Ölümünün ardından dahi birleştirici, yumuşatıcı ve derin bir mesaj bırakmayı tercih etti Sırrı Süreyya Önder…

 

Şeyh Galib’in mısralarında tecessüm eden o derin tevazu ve hakikat arayışı, bugün hepimize bir hatırlatmadır: Meseleleri kişiselleştirmeden, aidiyetleri aşarak, adaletle ve vakar içinde değerlendirmek. Devletin kudreti ile milletin vicdanı arasındaki bağ kopmadıkça, hiçbir provokasyon bu topraklarda kalıcı bir ayrışma üretemez. Zira bizi ayakta tutan yalnızca kanunlar değil, kalplerimize nakşolmuş ortak değerlerdir.

 

 

 

Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.