Bir harita açın önünüze… Bakın, sadece ülkeler ve sınırlar değil; tarihimizin, kaderimizin, milletimizin omuzlarına yüklediği ağır sorumluluklarla dolu bir coğrafya bu. Bosna’dan Kosova’ya, Ukrayna’dan Gazze’ye, Suriye’den Irak’a, Afganistan’dan Libya’ya… Her biri bir kanayan yara, her biri savaşa teslim olmuş geleceğin kırılma noktası. Ve bu haritanın tam kalbinde, sancılı bir duruşla dimdik duran Türkiye var.
Türkiye, coğrafyasının yükünü sadece topraklarıyla değil, tarih ve medeniyet mirasıyla da taşıyan bir devlet. Bu topraklarda yaşamak, büyük bir sorumluluk ve ağır bir sınavdır. Savaş artık sadece askerî donanımın üstünlüğüyle kazanılan bir mücadele değil; zihinlerde, diplomaside, ekonomide, teknolojide şekillenen bir stratejik varoluş savaşıdır.
Yaklaşık elli yıldır, klasik cephelerin çok ötesinde bir harbin içindeyiz. PKK’dan DEAŞ’a, FETÖ’den uluslararası tehditlere, Türkiye; terörle mücadelede, diplomatik arenada, medya savaşlarında, ekonomik ambargolarda büyük bir direnç örüyor. Bu savaş; devletin kudretiyle, milletin birliğiyle, millî şuuru ve kararlılığıyla kazanılır. Biz bu savaşı değiştiriyoruz; savaşın tanımını, biçimini ve cephesini yeniden yazıyoruz.
Türkiye’nin sınır ötesi büyük kara operasyonları Kandil’den Sincar’a, Mahmur’dan Ayn el-Arab’a uzanan bölgelerde sona ermiş olsa da, bu alanlardaki tehdit tamamen ortadan kalkmış değildir. Artık sahada yoğun kara harekâtları yerine, hava gücü ve istihbarat odaklı nokta operasyonlarla varlık gösteriyoruz. Bu durum, stratejik derinlik anlayışının ve millî güvenlik mimarisinin güncellenmesinin devam ettiğini gösteriyor. Tehdit kaynağını sınırlarımız içinde hissettirmeden etkisizleştirmek, artık sadece bir tercih değil, milletimizin güvenliği için zorunlu bir politika olmaya devam etmektedir. Bu, klasik savunma doktrininden proaktif ve sürdürülebilir güvenlik paradigmasına kesin geçiştir.
Bu savaş sadece top ve tüfekle yürümüyor. Bugün, finansal yaptırımlar, diplomatik izolasyon girişimleri, medya ve algı operasyonları yeni savaş alanlarımızdır. Türkiye, bu hibrit savaşta hem güçlü hem stratejik bir duruş sergilemekte, egemenliğini ve millî çıkarlarını kararlılıkla savunmaktadır.
“Etrafımız yanıyor, biz nasıl savaşmıyoruz?” diye soranlara cevap çok net: Biz savaşmıyoruz demiyoruz, biz savaşın biçimini değiştirdik. Biz, kılıcı göstermeden rakibi durduran bir strateji geliştirdik. Montrö ile Karadeniz’de güç dengesi tesis ediyoruz; Doğu Akdeniz’de enerji diplomasisi ve Mavi Vatan politikasıyla haklarımızı savunuyoruz. Pençe operasyonlarıyla sınırlarımızın ötesinde güvenliği tesis etmeye devam ediyoruz. Göç baskısını kontrol altında tutuyoruz. Ege’de diplomatik ve askerî tedbirlerle kararlılığımızı gösteriyoruz.
Karabağ’da, Türkiye’nin stratejik desteği olmasaydı, Azerbaycan’ın zaferi bu denli net olmayabilirdi. “İki devlet, bir millet” söylemi sadece bir slogan değil; jeopolitik bir varoluş gerçeğidir.
Gazze cephesinde ise Türkiye insanlık tarihinin en ağır vicdan sınavlarından birini veriyor. Orada akan kan sadece kan değil, insanlığın onuru ve adalet duygusudur. Türkiye, mazlumların yanında durarak, zulme karşı diplomatik, insani ve siyasi mücadeleyi aynı anda yürütmektedir.
Şimdi, İran-İsrail arasında yükselen gerilim, bölgenin jeopolitik dengelerini kökünden sarsacak bir tehdit oluşturuyor. Doğrudan çatışma ihtimaliyle yüz yüze olan bu ortamda Türkiye’nin dengeli ve güçlü duruşu, bölge barışının anahtarlarından biridir. Her devletin kendi varlığını koruma stratejisi içinde, tuzaklara düşmeden, soğukkanlı ve stratejik hareket etmesi kaçınılmazdır.
Biz haritada savaşın ortasında yokuz diyoruz; çünkü şehirlerimiz bombalanmıyor, sınırlarımız işgal altında değil. Ama bu, savaştan uzak olduğumuz anlamına gelmez. Biz savaşın tanımını değiştirdik: Bu, hibrit savaş, millî direniş ve stratejik varoluş mücadelesidir.
Savaş sadece silah seslerinden ibaret değildir. Mühendisimizin ürettiği KAAN, diplomatımızın gece gündüz sürdürdüğü müzakereler, kahraman askerimizin sınır boylarındaki nöbeti ve mîllî istihbarat teşkilatımızın kahraman mensuplarının gizli cephelerde yürüttüğü mücadele bu savaşın en gerçek ve görünmez cepheleridir. Türkiye bugün, savaşmadan savaşabilen bir devlet olarak dünya sahnesinde yerini almıştır.
Bu durum, siyasi iradenin, devletin askerî gücünün, diplomasinin, millî bilincin ve milletin birlik ve kararlılığının eseridir.
Kandil’e, Sincar’a, Mahmur’a düzenlenen harekâtlar, Türkiye’nin güvenlik doktrininde yaşadığı köklü dönüşümün sembolleriydi. Bugün bu coğrafyalarda büyük ölçekli kara harekâtları sona ermiş görünse de, tehdit hiçbir zaman tam anlamıyla ortadan kalkmadı. Hava gücümüz ve istihbarat birimlerimiz hâlâ bu bölgelerde nokta operasyonlarla varlık gösteriyor. Terörsüz Türkiye, sadece bir tercih değil; milletin bekası için bir mecburiyettir. Türkiye artık “sınırda bekleyen ülke” değil, “tehdit neredeyse oraya ulaşan devlet”tir. Bu, klasik savunma refleksinden çıkıp aktif güvenlik stratejisine geçişin adıdır.
Bugün aynı anda beş kritik cephede mücadele ediyoruz:
1. Göç ve terör: Komşularımızdaki çatışmalar, milyonlarca sığınmacıyı ve terörü sınırlarımızın ötesinden içimize taşıyor. Bu sadece güvenlik değil, sosyal ve demografik bir meydan okumadır.
2. Enerji ve Doğu Akdeniz: Batı’nın Türkiye’yi dışlamaya yönelik stratejilerine karşı Mavi Vatan doktrinimizle enerji ve deniz haklarımızı kararlılıkla savunuyoruz.
3. Diplomasi: Türkiye, Rusya ile ABD arasında kritik bir denge unsuru olarak sahada ve masada etkin bir rol oynuyor.
4. Ambargo ve yaptırımlar: Millî savunma sanayimizi güçlendirmek zorundayız. Kendi İHA ve SİHA’larımızı üretmek, devletimizin bağımsızlığı için temel bir zorunluluktur.
5. Psikolojik harp: Medya ve algı operasyonları savaş kadar yıkıcıdır. Türkiye, millî bilinçle bu saldırılara karşı koymaktadır.
Bu mücadelede Türkiye’nin gücü, vatan sevgisi ve devlet şuurunu taşıyan aziz Türk Milletinin azmiyle birleşmektedir. Bu, sadece bir askerî zafer değil, milletin egemenliğinin, devletin bekasının ta kendisidir.
Türkiye, bugün ve yarın da bu kutsal mücadeleyi kararlılıkla sürdürecektir. Çünkü bizler, ecdadımızın emaneti olan vatan topraklarında hür ve bağımsız yaşama hakkımızı korumaya yemin etmiş bir milletiz.
Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...