Suriye’nin kader oyunu: SDG’nin hayali, Türkiye’nin kararlılığı

A -
A +

Suriye’nin kuzeyinde rüzgâr yeniden sert esiyor. SDG’nin kurucu bileşenlerinden olan PYD’nin eş başkanı Salih Müslim “Yeni Suriye hükûmeti ademimerkeziyetçiliği tanımazsa bağımsızlık talep etmek zorunda kalacağız” diyerek hem Şam’a hem Ankara’ya meydan okudu. Ancak burada kritik nüans şudur: PYD, Suriye’deki Kürt siyasi partisi olarak temel olarak siyaset yapar; sahadaki fiilî ve ikircikli oyun alanını oluşturan esas aktör SDG’dir. SDG, bir yandan Şam ile müzakere masasına oturuyor, diğer yandan ABD ve Fransa’nın gölgesinde “federalizm” hayalini sahada dayatıyor. Yani siyaseten PYD bir parti olarak Şam ve uluslararası arenayla konuşurken, SDG sahada hem masada hem çatışmada bir ikircikli politika yürütüyor.

 

İsrail’in Dürziler ve Nusayriler üzerinden yürüttüğü bölgesel hamleler, SDG’nin sahadaki risk algısını ve öz güvenini etkiliyor; ancak bu, Kürtlere doğrudan bir destek sağlamıyor. SDG’nin öz güveni, tamamen sahadaki güç dengeleri ve mevcut boşluklardan kaynaklanıyor. SDG, bir ayağıyla kısmen Şam’da, diğer ayağıyla Washington ve Tel Aviv’in masasında bir aparat; bu durum, küresel güçlerin etkisiyle ikircikli bir piyon hâline gelmesine yol açıyor.

 

Türkiye’nin pozisyonu ise nettir: Üniter devletin korunması. Cumhurbaşkanı’mız Sayın Erdoğan’ın “kıblesini şaşıran kaybeder” sözleri, sadece PYD, SDG değil, perde arkasında ABD ve İsrail’e verilmiş açık bir mesajdır. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “SDG/YPG İsrail’in yörüngesindedir” açıklaması da, Ankara’nın meseleyi salt bir Kürt sorunu değil, çok boyutlu bir güvenlik tehdidi olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Bu noktada Türkiye’nin meseleyi bir beka sorunu olarak ele aldığı görülmektedir.

 

Bugün ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, federasyonun bir tık altı formüllerinden söz ediyor. İsrail ise açıktan açığa Suriye’yi parçalayan hamleler yapıyor. Süveyda’da ve diğer bölgelerde kanlı çatışmalar çıkarken, SDG’nin daha öz güvenli konuşmaya başlaması tesadüf değildir. Bu tablo, 2000’lerin başında gündeme getirilen Orta Doğu’da küresel aktörlerin dayattığı senaryonun yeniden ısıtılmış bir versiyonudur. Irak’ın kuzeyinde fiilen uygulanmış olan modelin, şimdi Suriye’nin kuzeyine taşınmak istendiği görülüyor.

 

Peki Türkiye ne yapacak? Önce diplomasi ve baskı devrede olacak, ardından gerektiğinde sahada caydırıcılık sağlanacak. Türkiye, bölgedeki istikrarı gözeterek adımlarını planlı ve kontrollü şekilde atacaktır. Ancak bu, Ankara’nın pasif kalacağı anlamına gelmez. Türkiye, Şam yönetimine lojistik, diplomatik ve gerektiğinde askerî destek sağlayarak SDG üzerindeki baskıyı artıracaktır. Eğer SDG bağımsızlık söylemini tırmandırırsa, Ankara ile Şam’ın ortak operasyonu kaçınılmaz hâle gelecektir. Bu da bölgedeki güç dengelerini bütünüyle değiştirecek bir adım olur.

 

Buradaki kritik nokta, Türkiye’nin içeride yürüttüğü “Terörsüz Türkiye” süreciyle dışarıdaki Suriye dosyasının paralel işlemesidir. Eğer Şam ile SDG arasında büyük bir çatışma yaşanırsa, Ankara’daki barış süreci de yara alabilir. Çünkü PKK ile SDG arasındaki bağ henüz kopmuş değildir. Türkiye’nin en büyük endişesi, Suriye’de özerklik ya da bağımsızlık adı altında bir modelin Türkiye’ye sirayet etmesidir.

 

MHP Lideri Sayın Bahçeli’nin dediği gibi, bu oyunun arkasında ABD-İsrail konsorsiyumu vardır. İsrail’in hava saldırıları, ABD’nin federatif modelleri, Batı medyasının Kürtleri “mazlum” kılıfıyla yüceltmesi, hepsi aynı senaryonun parçalarıdır. Fakat bu senaryo tutmayacaktır. Çünkü Türkiye’nin stratejik aklı, siyasi kararlılığı ve caydırıcı gücü buna izin vermez.

 

Yakın gelecekte Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinde üç aşamalı bir strateji izlemesi muhtemel:

 

1. Diplomasi ve baskı: Şam yönetimini destekleyerek PYD’nin oyun alanını daraltmak.

 

2. Askerî caydırıcılık: PYD bağımsızlık yönünde adım atarsa, Şam’la ortak operasyon seçeneğini masaya koymak.

 

3. İç barışı koruma: PKK’nın SDG üzerinden yeniden canlanmasına izin vermemek ve “Terörsüz Türkiye” hedefine bağlı kalmak.

 

Türkiye sabırlı ama kararlı bir strateji yürütüyor. Masada diplomasi, sahada caydırıcılık aynı anda devreye sokuluyor. Bu nedenle SDG’nin hayalleri, ne ABD’nin baskısı ne de İsrail’in yönlendirmesiyle gerçeğe dönüşebilir. Çünkü coğrafyanın gerçekleri, dışarıdan dayatılan projeleri reddeder.

 

Bugün sahada atılan adımlar, yarının haritasını çizecek. SDG, ABD ve İsrail’in maşası olmayı seçerse kaybedecek. Yönünü Ankara ve Şam’a dönenler ise kazanacak. Bu, yalnızca bir siyasi tercih değil, aynı zamanda coğrafyanın olmazsa olmazıdır. Ve bunu bozacak her girişim, Türkiye’nin direnişine çarpacaktır. SDG’nin geleceği, PYD’nin siyasi temsiliyetiyle değil, sahadaki gerçek güç dengeleri ve Ankara’nın stratejik iradesiyle belirlenecektir.

 

 

 

Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.