Sporu bile "spor olarak" düşünemiyoruz!. Sporu, bir yarışma ortamında "dostluk, sevgi, saygı, arkadaşlık, dürüstlük, dayanışma rekabeti" olarak göremiyor, anlayamıyoruz!. Onun içindir ki; "sportif yarışma rekabeti" yerine "birbirini yeme, birbirini karalama, birbirine her türlü imkanı kullanarak çelme takma, kazanmak ama sadece kazanmak için herşeyi ama herşeyi yapma rekabetini koymayı" marifet sayıyoruz!. Onun içindir ki, Göztepe-Altay maçından, Trabzonspor-Galatasaray karşılaşmasına kadar hâlâ Türkiye stadlarına "küfür" hakim olabiliyor, maça gelen taraftarın belinden "döner bıçağı" çıkabiliyor!. Onun içindir ki; Fatih Terim gibi "herkese örnek olması gereken" bir büyük hoca, "Dördüncü şampiyonuğu kaçırmamak için herşeyi yapacağız ve buna hazırız. Onun için önce kazanmayı sonra fair-play''i düşünmek zorundayım. Fair-play''i ancak dördüncü şampiyonluk geldikten sonra en öne koyabilirim" anlamına gelen lâflar edebiliyor!. Hani bir tabir vardır ya; "pilav üstü az döner!." Onun gibi birşey!. "Şampiyonluk üstü az fair-play!." Kısacası, fair-play olmasa da olur!. Ben "pilavla", pardon pardon "şampiyonlukla doyarım!." Herkese "fair-play öğretmesi ve öğütlemesi gereken" hoca böyle, medya böyle, yöneticiler böyle, futbolcular böyle; "böyle olunca" da, biz taraftardan küfür ve döner bıçağından öte ne bekleyebiliriz? Peki, söyler misiniz bana, ya sonrası? "Sonrası için" çok şeyler söyleyebilir, çok tahminde bulunabilirsiniz!. Ben "en gerçekçisini" ve "en değişmezini" yazayım: Bir hastalık.. Bir kaza.. Bir yangın.. Bir deprem.. Ve herşeyin sonu!.. Bir cami avlusunda yaşlı gözlerle birbirine sarılan insanlar!. "Oradaki" sözlere kulak verin: "Herşey, ama herşey boş!." "Bunca kavgaya, bunca döğüşe, bunca didişmeye gerek var mı, işte sonumuz!." "Neden birbirimizi kırarız, birbirimizi yeriz, birbirimizi adeta yok etmek için mücadele ederiz? Bu dünya kime kalmış ki? Öte tarafa giden üç metrelik kefen bezi değil mi?" Ey insanlar!. Ey sporseverler!. "Gerçeği ama yalnızca gerçeği" neden cami avlusunda hatırlar da sonra ve hatta "cami avlusundan çıkar çıkmaz unutur", kendimizi gene acımasızca bir çarkın dişlileri arasına bırakıp, gideriz? Döner bıçağının taraftarın elinde, küfürün tribünlerin hepsinde işi ne? Yarın "küfrettiklerimizle" ya da "şişlemek istediklerimizle" bir "cami avlusunda" birbirimize sarılmayacak ya da bir "mezarlıkta" yan yana yatmayacak mıyız? Öyleyse, bu acımasızlık, bu çirkinlik, bu kin ne? Evet, ne? Evet, neye? Evet, neden? Gerçeği görmemiz, anlamamız, anlatmamız için "cami avlusunda toplanmamız gerekmiyor!." Spor sahaları, "aslında" bu insanlık gereklerinin ve gerçeklerinin hem de toplu halde anlatılacağı, anlaşılacağı "en güzel" yerler değil mi? Ve... Zaten, bunun için yapılmıyorlar mı?

