Yıllar önce idi. Türkiye Spor Yazarları Derneği''nin bir eğitim seminerine "konuşmacı" olarak çağrılan bir "eski" hakem, hadi adını da söyleyeyim Erman Toroğlu, "basın - hakem ilişkileri" ile ilgili görüşlerini anlatırken, "bir gazeteciyi soyunma odasından nasıl kovduğunu" da ağzından kaçırıvermişti!. Gerçi, "tepki sonunda" lâfını geri almak ve "özür dilemek" zorunda kalmıştı ama, "gazetecilikten, spor yazarlığından gelmeyenlerin", mesleğimize de, meslek mensuplarımıza da "hangi gözle baktıkları" önemli ve "üzerinde hassasiyetle durulması gereken" bir örnekle, bir defa daha ortaya çıkmıştı! Ne var ki, "o günden bu yana cereyanlar," Toroğlu''nun tavrını "çok masum bir olay" olarak görülecek bir hale getirmişti. Kulüp başkanları, kulüp yöneticileri, teknik direktörler, antrenörler, hakemler, federasyonların başkan ve yöneticileri, spor teşkilatı yöneticileri, genel müdürler, bakanlar "Spor yazarlarını" adeta "emir erleri" olarak görür, "istenileni yapmazlarsa" azarlanır, şeflerine, müdürlerine, genel müdürlerine hatta "çalıştıkları müesseselerin sahiplerine şikayet edilir, görevlilermiş" gibi muamele eder hale gelmişlerdi. İçlerinde "Ceza verir" ve ne yazık ki, "tepki bile görmez" hale gelenler bile vardı!. TV ekranlarında "spor müdürlerinin" kulüp yöneticilerinden fırça yemeleri, "kıpkırmızı olup, başlarını eğerek" cevap bile veremez duruma düşmeleri "sıradan olaylar haline gelince" işin çığrından çıktığı iyice anlaşılmıştı. "Ekmek parasından olmaktan korkan" kulüp muhabirlerinin, fotoğrafçıların, kameramanların "çektikleri" yetmiyormuş gibi, iş "yazarlara, spor müdürlerine kadar dayanınca", mesleğin eskileri ve TSYD''nin yöneticileri "ne yapılmalı" sorusu üzerine kafa yormaya başladılar! "Etik ve ilke komiteleri" oluşturularak, "çalışmalar başlatıldı!" Ne var ki, "Atı alan galiba Üsküdar''ı çoktan geçmiş" ve "kemiğe dayanan bıçak, bir testere gibi, onu da kesmeye başlamıştı!" Geçen hafta "Türkiye Gazetesi''nde çıkan 4- 5 satırlık bir haber", mesleğimizin "düştüğü, düşürüldüğü kuyuyu" çok iyi gösteriyordu! "Özel hayatıyla, atlarıyla, kumar oynamasıyla, çete soruşturmalarında ifade vermesiyle" ünlü bir futbolcu, mensup olduğu takımın kampından "herkesin ortasında, İstanbul''a telefon ederek" bir gazeteciye "iş buluyor", bunu da "bakınız" nasıl bir havada "nasıl" bir gösteriyle yapıyordu? Adeta "talimat verir" gibi, spor müdürüne "alacaksın" diye muhatabından da "peki" cevabını alıyordu! Şimdi "o gazeteci", şimdi "o spor müdürü", şimdi "bu olayı gören, izleyen, öğrenen" genç spor yazarları, bu oyuncu ile ilgili "haberlerde, yorumlarda" nasıl "objektif" olacaklardı, olabileceklerdi? "Bir futbolcudan emir alan kişiler" durumuna düşmüş spor müdürlerine sahip bir mesleğin itibarından söz etmek mümkün müydü? Bir ay önce "meslek mensupları ile ilgili olarak" sevgili Zeki Çol tarafından yazılan yazının daha mürekkebi kurumadan, Türkiye''de çıkan "bu haber" işin nerelere kadar geldiğini ve de nerelere kadar gidebileceğini çok iyi göstermiyor muydu? Telefonu açıp da, "bu haberle ilgili daha detaylı bilgi almak" içimden gelmedi! O futbolcu "kime emir verdi, kimi işe aldırdı" onu dahi öğrenmek istemedim! Elbette, "bu detaylar da önemliydi" ama, "mesleğin düştüğü çukurun yanında" hiç mertebesinde kalıyorlardı! Tabii, sorular ard arda geliyor: Ne yapacağız? Kim yapacak? Kimlerle yapacak? Meslek kuruluşlarımıza, gazeteciler cemiyetlerine, Basın Konseyleri''ne, Türkiye Spor Yazarları Derneği''ne düşen sorumluluklar, görevler, hatta "ödevler" yok mu? "Etik ve İlke Komiteleri''nde görüşülenler, alınan kararlar" nasıl ve ne zaman hayata geçirilecek? "Meslekle ilgili sorumluluk ve ilke bildirgelerini" yazmak ve "küçük kitapçıklar haline getirip" dağıtmakla iş bitiyor mu? Oktay Ekşi''ler, Nail Güreli''ler, Nazmi Bilgin''ler, Atilla Gökçe''ler ve "bu liderlerle beraber çalışan" yöneticiler "işin konuşarak, bildirgeler yayınlayarak çözülebileceğine" mi inanıyorlar? "Vahim olan ama ümitlerin henüz tükenmediği görülen tablo" konusunda hâlâ "bir araya gelip" bir eylem ortaya koyamayanların, o koltuklarda işi ne? "O etiketleri" taşımaya hakları var mı? Ortada "lâftan başka birşey yok!." "Sorunu çözmesi gerekenler" bile "Vah vahlı konuşmalar yapıp, bizler gibi şikayet etmekten öteye gidemiyorlarsa", tam bir çıkmazın içinde olduğumuz, "çaresizliği oynadığımız" ortada değil mi? "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diyen zihniyetin, "spor yazarlığını, ondan da öte gazeteciliği" ne durumlara düşürdüğünün hâlâ farkında olamayacak mıyız? Mesleği, spor yazarlığını "soysuzlaştıranlara karşı çıkan" bir avuç spor yazarına "hakaretler, küfürler yağdırıldığı" spor sayfalarıyla, spor ekranlarıyla, "bu meslek nereye gidiyor?" Ve ey, "mesleğimizin yöneticileri, meslek kuruluşlarımızın yetkilileri" bu "karanlık koşuyu" hâlâ ve hâlâ "Görmedim, duymadım, konuşmayacağım" hareketsizliği içinde seyredecek misiniz? Yoksa, yoksa "Kuzuların sessizliğini mi oynuyorsunuz?" Ve "bizlere" de oynatıyor musunuz? Bilemiyoruz ama bekliyoruz: "Ölüm" nereden, ne zaman ve nasıl gelecek?

