"Bazı kişiler," bir gerçeği anlamamakta direniyorlar!. Zannediyorlar ki, "Bu takımda ben oynuyorum ya da bu takımı ben çalıştırıyorum veya bu takımın yöneticisi benim" dediklerinde, ardından da "tekil bir aidiyet şartı" geliyor;" Öyleyse bu takım benim!. Beni eleştirenler bu takımı eleştiriyorlar. Beni eleştirenler, bu takımın başarılı olmasını istemiyorlar!." Sonunda da, "bu yanlışın üzerine, en büyük yanlışı koymakta" sakınca görmüyorlar: "Öyleyse bunlar takımın düşmanları!." "Bu kişiler" dün de vardılar, bugün de varlar, yarında olacaklar!. Neden? Zira, evet zira, "başkalarını da kendileri gibi zannediyorlar!." Zira, evet zira, "kendileri öyleler!." "Neden" kendileri öyleler? Para yüzünden, iş yüzünden, bu bir!. Kıskançlıklar, kompleksler yüzünden bu iki!..Bir antrenörün, "bir başka antrenörün işine gözünü dikmesi" ve "o işi kapabilmek için" de, mutlaka ve mutlaka "o teknik adamın, daha da doğrusu o teknik adamın çalıştırdığı takımın başarısız olmasını istemesi ve beklemesi" olağan bir hadisedir!. Ve "bunun örnekleri çoktur!." Onun için genelde "futboldan, teknik adamlıktan gelen" futbol yorumcuları kolaylıkla "Beni istemiyorlar, sevmiyorlar, onun için de takımımın mağlûp olması için dua ediyorlar" diyebilir, böyle düşünebilir!. Ama, anlamazlar ki, "şu veya bu futbolcuyu, şu veya bu teknik adamı şu veya bu yöneticiyi ya da başkanı sevmiyorlar" diye, ne F.Bahçeliler F.Bahçe''nin ne G.Saraylılar G.Saray''ın, ne Beşiktaşlılar Beşiktaş''ın, ne Trabzonsporlular Trabzon''un yenilmesini isterler!. Tabii, "gidenin yerine gelecek olanla, bir mide ya da cep bağları yoksa!." Hele hele, bir Türk insanının, "Türk Milli Takımı''nın teknik direktörüne sempati ya da antipati beslemesi yüzünden" Milli Takımı tutması ya da tutmaması, "onun yenmesini istemesi ya da istememesi" mümkün değildir ve "böyle düşünenler varsa," tezelden kendilerini bir "ruh doktoruna göstermeleri" gerekir!. Ama, yıllardır moda oldu!. Biri çıkıp diyor ki; "falan, filân beni sevmiyor, takımımın yenilmesini istiyor!." "Kendisi" filân kulübün "maaşlı" personeli!. "İtham ettikleri ise," hayatları boyunca, "en ufak bir menfaat bağı olmadan" taaa küçük yaşlardan beri, "yenilmesini istiyorlar" dediği takımı "herşeyden çok sevecek kadar" renklerine, kulüplerine aşık insanlar!. Öteki çıkıp diyor ki; "Bunlar hain, Türk Milli Takımı''nın yenilmesi için dua ediyorlar, çünkü beni sevmiyorlar, istemiyorlar!." "Kendisi" milli takımda "onlarca milyara para demeyen" maaşlı personel!. "İtham ettikleri ise," ayyıldızlı bayrak için, ayyıldızlı forma galibiyeti için "herşeylerini vermeye hazır olan" insanlar!. Bunu da her defasında ispat etmiş insanlar!. Şimdi diyeceksiniz ki; "Hani böyle ortaya konuşmamayı, yazmamayı öğütlüyordun" herkese... "Sen neden ortaya yazıyorsun? Kimleri kastettiğini açıkça kâğıda döksene!." Ben, 45 yıldır "spor camiasının içinde olan" bir spor yazarı, bir gazeteci olarak "genel çizgilerle" çok örneğini gördüğüm bir tabloyu yazıp geldim!. Bu bir çok örneğin içinde, mesela yöneticiler var; Ali Şen gibi... Faruk Süren gibi... Mehmet Ali Yılmaz gibi... Mesela futbolcular var; Sergen gibi, Alpay gibi!.. Mesala teknik adamlar var; Mustafa Denizli gibi, Fatih Terim gibi Rıdvan Dilmen gibi!. Ve "bunlara hak veren" spor yazarları, futbol yorumcuları, meslek kuruluşumuzun yöneticileri var; Attila Gökçe gibi, Cüneyt Tanman gibi, Orhan Kaynar gibi!.. "Bütün bunlar bilmeliler" ki, Türk Milli Takımı''nı, G.Saray''ı, F.Bahçe''yi, Beşiktaş''ı, Trabzonspor''u ya da Gaziantepspor''u, Altay''ı bir başka kulübü ve takımı sevmek ve tutmak kimsenin inhisarında değildir!. Kimse, kimsenin milliyetçiliğine, Türklüğüne G.Saraylılığına, F.Bahçeliliğine, Beşiktaşlılığına, Trabzonsporluluğuna, Gaziantepsporluluğuna, Altaylılığına ölçü de, ağırlık da, çerçeve de çizemez. Ne hakkıdır, ne de haddidir!. Milli takım hepimizindir!. Galatasaray, bütün Galatasaraylıların!. F.Bahçe, bütün F.Bahçelilerin!. Beşiktaş, bütün Beşiktaşlıların!. Trabzonspor, bütün Trabzonsporluların!. G.Antepspor ve Altay, bütün G.Antepsporluların ve Altaylılarındır!. Özellikle "maaşlılar" haklarını da, hadlerini de çok iyi bilmek zorundadırlar!. Aksi halde, "gün gelir" altından kalkamayacakları kadar "ağır bir şekilde" mahçup olurlar!. Anlayana sivrisinek saz... Anlamayana... Hadi espirisini yapalım "İrlandalılar bile az!." Bu nasıl iş? Anlamam mümkün değil!.. Kimseye "iki yüzlü" demek içimden gelmiyor"!. Ama "olana ve yapılana da bir türlü ad koyamıyorum!." "Bazı meslekdaşlar," mesela maç için İzmir''e geliyorlar... Ya da mesela ben İstanbul''a gittiğimde görüşüyoruz!. Veya, bir toplantı ya da bir seminer için buluşuyoruz!. Lâf lâfı açıyor, futbola geliyor, G.Saray''a Milli Takıma geliyor!. Tabii, Milli Takıma ve Galatasaray''a gelince de, lâfın ortasına Mustafa Denizli ile Fatih Terim düşüyor!. Öyle olaylar, öyle konuşmalar anlatıyorlar ki, hayretle ve şaşkınlıkla dinliyor; "bu kadarı da olmaz" diyoruz!. Anlattıkları şeyler, Mustafa Denizli ile Fatih Terim''in arasından "nasıl bir karakedinin geçtiğini" çok açık gösteriyor!. Birbirleriyle rekabetin, çok ötelere gittiğini, sevmezliğin kıskançlığın, çekemezliğin sınırlarını çok zorladığını ortaya koyuyor!. Bir gün bakıyorsunuz, mesela ben ya da "benim gibi" bazı spor yazarları Terim ile Denizli''nin arasındaki "karekedinin" hatta takım tertiplerine, oyunculara "antipati-sempati terazilerine" kadar uzandığını yazdığımızda, "işte bu meslekdaşlar" nerede ise ayağa kalkıp kıyameti koparıyorlar: "İki değerli teknik adamı birbirine düşürmek için uyduruyorlar, Terim ile Denizli arasında hiçbir şey yok. Onlar birbirlerini sever ve sayarlar!." Buyrun bakalım sevgili okurlarım, "Ben ad koyamıyorum", bari siz koyun; "Bu kişilere ne dememiz gerek?" Bakın bir başka tabloyu daha anlatayım: "Beraberce maç seyrediyoruz!." 90 dakika boyunca, "birileri", yanlarında oturan "başkalarının" takımlardan birinin ya da mesela milli takımın galip gelmesi için "nasıl coşkulu olduğunu görüyor, yerinde doğru dürüst oturamadığını seyrediyor!." Hatta zaman zaman, ikaz bile ediyor; "Yahu burası Spor Yazarları Tribünü... Biraz sakin olalım!. Etrafa ayıp oluyor!." Sonra "o coşkulu ve yerinde oturamayanlar için", yaptıkları eleştirilere karşı takımın teknik adamı çıkıp "Bunlar bu takımın düşmanları... Bunlar yenilmemiz için dua ediyorlar" deyince... O tribünde "durumu bire bir gören" ve hatta "ikaz bile eden" bazı meslekdaşlarımız, "teknik adamın hınk deyiciliğine hemen soyunuyorlar!." Yazmadıklarını, söylemediklerini bırakmıyorlar; "Evet, bunlar teknik adamı istemedikleri, sevmedikleri için takımın da yenilmesine duacılar!. Takım yenildiğinde de, timsahın gözyaşlarını döküyorlar!." Buyrun bakalım sevgili okurlarım, şimdi "bunlara ne ad koyacağız?" Ben bulamıyorum!. Hiç bir meslekdaşıma "iki yüzlü" demek içimden gelmiyor!. Siz söyleyin bana, ne diyelim? Onlar adına ben mahçup oluyorum, onlar "hiçbir şey olmamış gibi" elimizi sıkmaya devam ediyorlar, kahkahalar atıp yanaklarımızdan öpüyorlar!. Sanki hiçbir şey olmamış gibi!. İşte bu olmaz!.. Geçen hafta sonunda, İkinci Türkiye Ligi''nde oynanan iki maçta ortaya çıkan "acı bir tablo", Futbol Federasyonu''nu da, Merkez Hakem Komitesi''ni de uzun uzun düşündürecek cinsten!. Tabii, "Büyüklerin maçlarında olmadığı için" kimsecikler üzerinde durmadı! Kuşadası - Çanakkale Dardanel ve Eskişehirspor - Aydınspor maçlarının son dakikalarında "atılan" ama "yan hakemin kaldırdığı bayrak" sebebiyle "iptal edilen" goller, başlayan itirazlar sonucu "kabul edildi!." Maçların birinde "itirazlar" 3-4 dakika, ötekinde 5-6 dakika sürdü!. Sonra hakemler kararlarından döndüler ve "maçların sonuçları" değişti!. Hani, "Bayrağı görmezsin, golü verirsin, itiraz edilir, yan hakeme danışırsın, golü iptal edersin", bunu anlayabilirim!. Ama, "Bayrağı görüp, ofsaytı verip, golü iptal ettikten sonra, bu defa nasıl karar değiştirirsin?"; işte buna hiç ama hiç aklım ermez!. Aynı gün, aynı saatlerde "aynı olay", yüzlerce kilometre uzaklıklıktaki iki kentte meydana gelirse, buna "tesadüf" demek mümkün değil!. Öyleyse "ne demek" gerekiyor? MHK Başkanı sevgili Hilmi Ok bir açıklasa da, öğrensek! Şimdi Kuşadası "böyle bir kararla kaybettiği puanlar sonucu" küme düşerse ya da "aynı şekilde" Aydınspor "playoff''a kalamazsa", bunun hesabını kim verecek? Hakem hata yapar; "üzerinde durmam!." Ama "böyle" bile bile, düşüne düşüne yaparsa? Bitmeyen kavga!.. Güreşimizde Yaşar Doğu''ların, Celâl Atik''lerin "hocalıktan çekilmeleriyle", yani "hayata veda etmeleriyle" başlayan kavga hâlâ devam ediyor!. Ankara''da spor yazarı idim, hatta "kavga", rahmetli Celâl Atik''in son zamanlarında başlamıştı!. Bulgaristan''dan "göçmen olarak gelen" Muharrem Atik''in elinden, zamanın güreş Federasyonu Başkanı "rahmetli" Turhan Yavçan tutmuş ve onu "tam yetki ile" baş antrenör yapmıştı!. Sonuçta da İzmir''deki Akdeniz Oyunları''nda serbestçilerimiz "bütün sikletlerde altın madalya kazanarak", bir daha kırılması mümkün olmayan bir rekora imza atmışlardı!. İşte o günlerde başlayan "alaylı-mektepli hoca kavgası", maalesef "spor teşkilatının ve güreş federasyonlarının sorunu bir türlü çözememesi yüzünden" 2000''li yıllara girdiğimiz şu günlere kadar taşınıyor!. "Spor Akademisi mezunu olan" ve sonra da doktorasını yapan "mektepli" Muharrem Atik ile, "o zamanın modasıyla, çoğu kebapçı dükkanı açtıklarından", onlara "kebapçılar" adı takılan "eski şampiyonlar arasındaki kavganın en iyi tanıklarından biri" de, gelmiş geçmiş şampiyonlarımızın en büyüklerinden olan bugünkü Federasyon Başkanı Ahmet Ayık''tır!. Kendisinin de o zaman "kebapçı dükkanları" vardı ve zaman zaman "kavganın ortasında görünmese bile" kenarlarında olurdu!. "Bu işi ülkede en iyi bilenlerin başında olan" Ayık, sonuçta anlıyorum ki "Rus teknik adamlar gelecek ve milli takımlarımızı onlara emanet edeceğiz" noktasına "gene geldi!." Ama o da biliyor ki, "güreşimize ithal hocalarla istikrarlı bir çözüm getirmek mümkün değil!." "İthal hocalar ayarında ve bilgisinde" Türk hocalar yetiştirmek gerek!. Futbolda ve basketbolda "bunu başardık!." Neden güreşte yapmayalım? Evet, Rus hocalar gelsin ama, "yarınlarda gelmemeleri için" de ileri ve doğru adımlar atılsın!. Bunu Ayık da sağlayamazsa, kimse sağlayamaz!. Öyleyse, ne duruyor? Komedi devam ediyor!.. Gün geçmiyor ki, Trabzonspor Kulübü''nde, gerçek Trabzonsporluların yüreklerine "hançer gibi saplanan" acı fakat gülünç bir olay cereyan etmesin!. "Sahte imzalarla gönderilen ve işleme konan" istifalardan tutun da, "alt yapıdan, A takımına oyuncu aktarmada yaşanan garipliklere kadar" herşey ama herşey Trabzonspor gibi büyük bir camiaya ve büyük bir kulübe yakışmıyor!. "Kiev''de olduğu herkesce bilinen" bir yabancı oyuncunun "bir türlü bulunamadığının iddia edilmesi" ve "yapılmayacağı anlaşılan yabancı oyuncu transferinin de, bu bulunamayışa endekslenmesi," Trabzonspor''un "nasıl bir zihniyetle yönetildiğini" çok iyi ortaya koymuyor mu? Ya Rada''da yapılan unutkanlık ve kulübün büyük kaybı? 3-4 yıldır transfere "trilyonlar harcayıp da, gençlerden ve isimsizlerden kurulu Denizlispor''un 6 puan gerisine düşmek ve FIFA takımlar listesinde 350''li sıralarda dolaşmak," herhalde Mehmet Ali Yılmaz yönetimiyle Trabzonspor''un "nerelere kadar gerilediğini" çok iyi gösteriyor!. "Kıl payı kaçırılan lig şampiyonluğu" ve "Avrupa Kupalarında korkulan bir ekip olma" döneminde, "durumu beğenmeyip," o zamanki yönetime "ateş püsküren," yazdıkları ve söyledikleri "gazete ve TV arşivlerinde bulunan" bugünkü dibek dövücüsünün "hınk deyicileri," bu acıklı tabloyu saklayabilmek için büyük çaba harcıyorlar!. Artık "sonuna kadar arkanızdayız" lâfları da unutuldu, şimdi "Dibek dövücüyü kurtarmak için," harcanacak adam aranıyor!. Futbolcular sırada!. Teknik kadro sırada!. Sanki, "kulübü bu hale getiren" başkanın ve onun seçtiği yönetimin hiç ama hiç hatası yok, suçu yok, sorumluluğu yok!. Eee!. Peki, "bundan önceki yönetim için" yazdıklarınız, söyledikleriniz? Beğenmediğiniz ikincilikten sonra," her sezon " daha gerilere düşüş ne oluyor?" Trabzonspor''u bu hale düşürenler, hâlâ "gitmemekte" direniyorlar!. Trabzonspor''un önünü açmak istemiyorlar!. "Öze dönmek" sloganıyla gelinen noktanın "Trabzonspor''u küçültmek olduğu" ayan beyan ortada!. Buna kimsenin hakkı yoktur!.Trabzonspor kenti ve ülkedeki yüzbinlerce Trabzonlu, Trabzonspor''u "eski günlerine döndürecek" bir birleşmenin ve elele vermenin içine girecektir!. Yeter ki, "gereken yapılsın!." Yeter ki, "Trabzonspor''u bu hale getirenler," geldikleri gibi gitsin!. Raşit''i unuttuk!.. "Galatasaray''dı, Milli Takım''dı, Fatih''ti, Denizli''ydi, İrlandalılar''dı" derken, bir başka "kahramanı unuttuk!." Raşit Çetiner''i!.. Ümit Milli Takımı ile ulaştığı başarı, Fatih Terim''in "Ümit Milli Takım ile çizdiği çizgiyi hatırlatıyor!." Üstelik Raşit''in ve talebelerinin başarısı, Türkiye''ye de "bir ilki beraberinde getirdi!." Türkiye, Avrupa Şampiyonası finallerine "duble yaparak" gidiyor! Hem A''lar, hem de Ümitler!.. Avrupa''da bir bakalım "duble yapan" kaç ülke var? "Dev futbol ülkeleri" de dahil, üç mü, dört mü, yoksa beş mi? Raşit''in hedefi daha da ileri; "Olimpiyat!." Bu hırsla, bu azimle ve bu çalışmayla neden olmasın? "İnanmak" zaten yolun yarısı eder; geriye ne kaldı ki? Neymiş? Ali Şen, herhalde, Akşam''da sevgili Kâzım Kanat''ın yazısını, hem de çok anlamlı yazısını okumuştur!. Attığında mangalda kül bırakmayan ve "25 milyon Fenerbahçe taraftarı var" diyen Ali Şen''in ne kadar yanıldığını, Kâzım Kanat "net şekilde ortaya koyuverdi!." "Eğer Beşiktaş Koleji''nin öğrencilerinin yarısı G.Saraylı ise, varın gerisini hesap edin siz" diyor, sevgili Kanat!. Doğru söylüyor ve bir Beşiktaşlı olarak hesap soruyor!. Bir yanda yıllardır, "Avrupa''nın , hatta Dünya''nın en güçlü takımlarıyla mücadele eden," Avrupa sahalarında "gurbetçilerimizi coşturan" G.Saray, öte tarafta ise adı sanı bilinmeyen "kasaba takımlarına bile elenenler!." Bir yanda FIFA listelerinde ilk 30''dan düşmeyen G.Saray... Öte yandan 100''e giremeyen, hatta 300''lerin üzerinde dolaşan "başka büyükler!." Çocuklar ve gençler ne yapsın? Ali Şen''in demesiyle "bu iş olsaydı," Beşiktaş Koleji''nin yarısının G.Saray yerine F.Bahçe''yi tutması gerekirdi, bilmem anlatabiliyor muyum? Gülmeyin!.. "Fatih Terim''i sevip sevmediği tartışmaları" ile ilgili olarak bir spor yazarının sorduğu "Terim''in başarılı olmasını istemiyormuşsunuz, öyle yazanlar var?" şeklindeki "çarpıtılmış" bir soruya Mustafa Denizli şöyle cevap veriyor: "Hiç olur mu? Fatih Terim''in başarılı olmasını isterim tabii... O başarısız olursa, ben de ekmek paramdan olurum!." Buyrun bakalım, şimdi çıkıp da demeyin: "Kelalaka?" Milli Takıma "8 oyuncu çağırdığın" ve "7''sini direkt oynattığın F.Bahçe''de teknik adam Rıdvan Dilmen başarılı olamayınca, sen ekmeğinden mi oldun ki, Terim başarısız olursa, ekmeğinden olacaksın?" Ama, "Denizli usulü,Terim''in başarılı olmasını istemek," herhalde "Terim''in en güvendiği oyuncuları milli takımın yedek kulübesinde oturtup, Terim''in neredeyse hiç oynatmadıklarını, adeta alay eder gibi milli takıma çağırmak olmalı!." Hakan!... Dünyanın en iyi 3 santrforundan biri!. Ve belki de birincisi!. Zira "onun gibi çok yönlü bir santrfor daha yok!." Ve de "tek adamla tutulmaya çalışıldığında" perişan etmeyeceği defans da yok!. Tek eksiği "kaleci ile karşı karşıya kaldığı anlarda" attığı gol sayısını arttıracak çalışmaları devamlı yapmamasından doğan "beceri eksikliği!." Rahmetli Gündüz Kılıç''ın, rahmetli Metin Oktay''ı çalıştırdığı gibi "normal antrenmanların dışında, yetenek arttırıcı özel idmanlar yapılsa", Hakan bugün attığı gol sayısını katlayacaktır! Hele yanına, Metin''in yanında oynayan ve "onun kafasına" adeta "al da at" gibilerinden paslar, ortalar çıkaran İsfendiyar, Kadri, Suat gibi "asistçiler" konulabilse!. "Metin mi, Hakan mı" tartışmasına hiç girmem!. Metin''in gönlümdeki yerini hiçbir futbolcu alamaz!. Hakan''ı da "Dünya''nın en iyi santrforu" olarak niteleyen ise, beynim!. Ben hiç bir zaman "gönlümle, beynimi karşı karşıya getirmem!." Zira "hangisi kaybetse", aslında kaybedecek olan ben değil miyim? Üstelik Metin''in de, Hakan''ın da "benzer" bir yanları var ki, işte asıl o yanları beni büyülüyor; "Çok iyi ve çok efendi birer insan olmaları!." Benim için futbolculuklarından ve büyük golcülüklerinden de önce geleen meziyetleri bu!. Keşke, bir çok ünlü futbolcu ve sporcu "onların bu meziyetlerinden ders alabilseler!." Keşke!..

