Kurt kapanı

A -
A +

Yirminci asırda dünya iki defa paylaşıldı. 1914’te başlayan ilk hesaplaşmada biz de vardık. Sırtlan sürüsü gibi hareket edenler arasında emperyalist niyet gözetmeyen tek güçtük. Gerçi hakanlarımız savaşa girmemizi istememişti.

 

Sultan II. Abdülhamid Han böyle bir savaşın çıkacağını biliyordu ve niyeti, dışında kalmaktı. Düvel-i muazzama büyük bir savaşa tutuşup birbirini bitirirken biz aradan sıyrılacaktık. Elhak doğru bir tespitti. Devlet aklı bu stratejik adımı atmış fakat 1909’daki darbe her şeyi berbat etmişti.

 

Kısa zaman içinde bütün ipleri ele geçiren İttihad ve Terakki altı yüz senelik devleti bir oldubitti ile ateşin içine attı ve altı senede dağıttı. Türk milleti kendisini savaşa sokan İttihad ve Terakki’yi düşünmeden din-ü devlet mülk-ü millet için yine kahramanlık destanları yazdı.

 

Askerlerimiz birçok cephede büyük muvaffakıyetler kazandı. Bilhassa dünyanın birinci ve ikinci gücünü Çanakkale’de mağlup etmek her babayiğidin harcı değildi. O yıllarda dünya tahtında İngilizler oturuyordu. Fransızlar ikinci sırada mevki alıyordu. Ruslar ilk beşin içindeydi. Biz de o aralıkta bir yerdeydik…

 

İktisadi vaziyetimizi inşallah başka bir makalede yazalım. Şimdilik şu kadarını ifade edelim ki öyle sandığımız gibi mefluç bir ekonomi yoktu. Hatta rakamları verdiğimizde çok şaşıracağınız kesin.

 

Osmanlının elinde kalan maddi-manevi büyük imkânlar ne yazık ki Trablusgarp, Balkan savaşları ve nihayet Cihan Harbi’nde bu savaşta çarçur edildi. O çarçur edilenlerden  kalanlarla da cumhuriyet uzun yıllar idare edecektir. 

 

1936 yılında ismi Yavuz diye kısaltılan Yavuz Sultan Selim zırhlısı 1954’e kadar Türk Deniz Kuvvetlerinde vazife yaptı. Bu sıradan bir vazife değildi. Yavuz, Türk Deniz Kuvvetlerinin sancak gemisi, yani Türkiye’nin prestijini gösteren en iyi komuta kontrol gemisi idi. Donanma oradan yönetiliyordu. 1954’te envanterden düşüldü. Hurdaya ayrılması ise ancak 1973’te oldu. Hamidiye, Mecidiye kruvazörleri 1947 yılına kadar donanmada aktif görevdeydi. Adı 1923’te Peyk diye değiştirilen Berk ise 1944 yılına kadar hizmette kaldı. Dahasını saymaya lüzum yok.

 

Büyük Osmanlı çınarının devrilmesiyle birlikte sömürgecilerin önü sonuna kadar açılmıştı. Yaralı ceylan gibi duran İslam âlemine aç sırtlanlar misali daldılar. Yegâne değerleri “para” idi. Her şeyi, hatta Hıristiyanlığı bile ona kavuşmak için kullandılar.

 

Aslında bu onların yüzyıllardır yaptıkları işti. Afrikalılar ne demişti: “Misyonerler geldiğinde bizim topraklarımız, onların İncil’i vardı. Bir müddet sonra baktık ki İncil bizim elimizde, topraklarımız onların olmuştu!” Gerçi işgalciler bununla tatmin olmadı. O toprakların insanlarını da sömürdüler.

 

Öyle bir sömürü idi ki her birine hayvan muamelesi yaptılar. Hızlarını alamayıp bu insanlardan kendi ülkelerinde “insanat bahçeleri” (!) kurdular. Sömürü, kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden devam etti. Büyük insanların giremediği maden dehlizlerine çocukları sokmakta bir beis görmediler. Nicesi o tünellerde boğularak öldü. Yani o ışıltılı hayatın arkasında böyle büyük dramlar var. Paris’e, Londra’ya, New York’a hayran hayran bakanlara duyurulur!

 

 

 

Baronlar yerinde duruyor!

 

 

 

Osmanlı Devleti ortadan kaldırılmış olsa da sanayileşmiş güçler hesabı kapatamamıştı. Bu yüzden büyük savaştan bu yana henüz yirmi seneyi az geçmişti ki yeniden birbirlerini boğazlamaya başladılar. Savaş Almanya’nın harekete geçmesiyle başladı. Ticari prangaları kırabilmek askerî kuşatmayı berhava etmeye bağlıydı. Başka bir ifade ile Almanya adım adım savaşa sürüklenmişti.

 

Her biri en az Hitler kadar cani olduğu hâlde bütün suç Almanlara yüklendi. Savaşı Almanya kazansaydı cani diye ilan edilenler Roosevelt olacaktı, Churchill olacaktı, Stalin olacaktı. Dünya tarihinin Moğollar döneminde bile görmediği bir canilikte devam eden savaşta on milyonlarca kişi ölmüş, Pax Americana dünyanın göğsüne karabasan gibi çökmüştü…

 

Malum “Pax Americana”, Amerikan Barışı demektir. Öyle bir barış düşünün ki her yeri kırmızıya boyuyor. Canilik, sömürü ve zulümden başka bir şey getirmiyor. Düşman başına bile diyemiyoruz zira bunlar düşmana dahi yapılmaz.

 

Aradan geçen üç çeyrek asırda sistem yine tıkandı. Her tıkanışta dünyayı ateşe atan Batı yine iyi şeyler düşünmüyor. Amerika elindeki son kozu oynamak istiyor. Bu askerî gücünden başka bir şey değil. O gücü kullanarak ya çemberi yaracak ya da bir daha ayağa kalkamamak üzere devrilecek. Devrilirse anında bölünür. O kadar eyaletten kaç devlet çıkar? Teksas gibi, Kaliforniya gibi eyaletler buna dünden hazır. Biri ipini kırarsa hepsi peşinden gider.

 

Cihan Harbi’nin ardından İngiltere’den ABD’ye geçen dünya hâkimiyeti, siyasi ve askerî yapının el değiştirmesinden ibaretti. Para baronları değişmemiş, hatta yerlerini sağlamlaştırmıştı. Bugün yaklaşık 750 trilyon doları kontrol eden bu yapı yeni dünya liderini kullanarak her yeri sömürecekti. Elbette lideri de söğüşleyecekti, öyle de oldu.

 

Peki bu 750 trilyon dolar ne ifade ediyor? 110 trilyon dolarlık dünya gayrisafi millî hasılasının yaklaşık yedi katı dersek mesele anlaşılmış olur. Londra merkezli bu oligarşik güç hâlâ yerinde duruyor. Siyasi, askerî merkezin yer değiştirmesiyle mevziini değiştirmiyor. Bu gücü dağıtacak gelişme, paranın el değiştirmesidir. Dolaşımdaki paradan Yahudilerin aldığı pay küçülerek giderse bu yapı dağılır. Tabii bunun küçülerek gitmesi, faaliyet gösterdikleri her sektöre onların güdümünde olmayan milletlerin girmesi ve hâkim olmasıyla mümkün olur.

 

Üçüncü Dünya Savaşı artık herkesin ağzına sakız ettiği bir ifade. Bu kadar sık kullanılması iyi değil. Herkes alıştı. Yarın bu savaş başladı dense çoğu insan yadırgamaz. Şurası mühim ki, savaşı devletler yapacak, bir kısmı kazanacak bir kısmı kaybedecek lakin mevcut yapı değişmediği müddetçe Londra sermayesi küplerini doldurmaya devam edecek.

 

 

 

Çekim merkezi olabilirsek…

 

 

 

Üçüncü Dünya Savaşı’nda arz küresini paylaşacak güçlerden hiçbiri diğerine tercih edilebilecek bir yapıda değil. NATO kazansa hepimizin durumu daha kötü olur. Böyle bir savaşı kazanan Batı, ardından bize yönelir zira artık ne insan gücümüze ne başka imkânlarımıza ihtiyacı kalmıştır. Neticede biiznillah başaramaz ama büyük yıkıma uğrarız. Şehirlerimiz harabeye döner. Milyonlarca insanımızı kaybederiz.

 

Rusya-Çin ittifakının galip çıktığını düşünelim. Bu da Türk ve İslam âlemi için yıkım getirir. Her şeyden önce Orta Asya Türk devletleri bu ikisi arasında paylaşılır. Rusya yeniden hepsine konmak istese de buna gücü yetmez. Belki büyük lokma Kazakistan’ı Çin’e bile kaptırabilir. Çin, Rusya’yı fazla umursamayarak Dış Moğolistan’ı yani bugünkü Moğolistan’ı da yutabilir. Hatta gözüne kestirirse Rusya’nın doğu bölgelerini işgale dahi kalkabilir. Dolayısıyla NATO’yu devre dışı bıraktıktan sonra Rusya’yı da yemeye başlayabilir. Japonya’dan İkinci Dünya Savaşı’nın intikamını almakta tereddüt etmez. Japonya, Çin’in peyki olur. Tayvan’ı falan düşünmeyin, Çin o küçük lokmayı çok daha önce yutmuştur. Hindistan için fevkalade sıkıntılı günler başlar. Çin, Pakistan ve içerideki Müslümanlar eliyle Hindistan’ı pareler. NATO ile olan mücadelede doğrudan onların yanında yer alırsa hiç affetmezler. Doğu Türkistan’da neler yapacaklarını tahayyül etmek bile istemiyoruz.

 

Rusya-Çin senaryosunda Türkiye de büyük zarar görür. Aşırı derecede şımarmış bir İran ile muhatap olur. Balkanlar ve Doğu Avrupa yeniden Rus nüfuzuna gireceği için bu güzergâha da açılamaz. İslam coğrafyası bu defa yeni süper güç Çin’in akla ziyan adımlarına katlanmak zorunda kalır. Amerika’nın verdiği sıkıntıyı mumla aratacak günler gelir.

 

İslam dünyasının ve dolayısıyla Türkiye’nin kurtuluşu güç merkezi olmaktan geçiyor. İki milyarlık İslam âleminin idamlık suçlu gibi ipe gideceği saati beklemesi düşünülemez. Doğu’ya veya Batı’ya yamanma fikrini hafızalarımızdan silip atmamız gerekiyor. Tarih azın çoğa galebe çaldığı nice hadiseyle dolu. Üstelik az da değiliz. İki milyardan bahsediyoruz. Elbette burada tam bir mütecanislik yok ama çok güçlü bir merkez kahir ekseriyeti belli bir istikamete yönlendirebilir. Nitekim Selçuklu bunu yaptı, Osmanlı bunu yaptı.

 

Çekim merkezi hâline gelecek kadar büyüdüğümüzde iş oluruna girecektir. Pervanelerin ışığın etrafında dönmesi gibi Endonezya’dan Fas’a kadar, hatta Japonya’dan Venezuela’ya kadar bütün ezilenler o çekim kuvvetine dâhil olacaktır.

 

Şunu bilin ki bu sömürgeci ve kapitalist dünyaya karşı alternatif ortaya çıkaracak güç bizden başkası değildir. Aslına dönmüş bir Türkiye bütün mazlumların ümit ışığıdır.

 

Dünyanın yeni bir “kurt kapanı”na ihtiyacı var.

 

 

 

TEFEKKÜR

 

 

 

Zen merde civân pîre kemân tîrine muhtaç

 

Eczâ-yı cihân cümle biribirine muhtaç

 

Basîrî-i Bağdadî

 

(Kadın erkeğe, genç yaşlıya, yay okuna muhtaç,

 

Varlığın parçaları hep birbirine muhtaç).

 

 

 

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil'in önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Halil Erdoğan 1 Ağustos 2025 11:14

Eyvallah üstadım... EĞİP BÜKME DEN OLDUĞU GİBİ FOTOĞRAF GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNE GELDİ Kİ... SADRI MIZDA OLANLARIN SATIRLARA DERC EDİLDİĞİNİ GÖRDÜK... DURUM BU KADAR VAHAMET ARZ ETMEKTEDİR...

Turan 1 Ağustos 2025 08:49

Teşekkürler hocam