"Akıl sahipleriyle konuşmak gönüldeki gamı hafifletir..."

Sesli Dinle
A -
A +

Hazreti Mevlânâ​: “Bir kimsenin gönlünde bir gam olur, onu da kendini anlayan birine söyleyebilirse söylesin..."

 

 

 

Bu yazıların altına Şeyh Galip’ten şunları ilave etmişti:

 

İşte böyle ey gül-i rana!

 

Ömrün beş mevsimi var;

 

Aşk, hasret, yalnızlık, vuslat ve hüzün…

 

Sen hangi mevsimdesin?

 

Mânâ içinde mânâ yüklü cümlelerin ağırlığı altında hepten eziliyordum. Müslümanlık tarafımız hiç de öyle yabana atılacak cinsten şeyler değilmiş meğer. Tanımadığım ne mütefekkirlerimiz varmış da haberimiz yokmuş. Her okuduğum yazı beni sarıp sarmalıyor, alıp başka diyarlara götürüyordu.

 

Bak işte, bir sayfada yine Hazreti Mevlânâ’mızın hikmetli bir sözü var:

 

“Bir kimsenin gönlünde bir gam olur, onu da kendini anlayan birine söyleyebilirse söylesin. Akıl sahipleriyle konuşmak gönüldeki gamı hafifletir. Fakat, gönülde açılan şu acayip gülün rengini ve kokusunu hiç kimseye gösteremez ve duyuramayız.”

 

Kitabı incitmeden itinayla kapattım, tefekkür etmeye başladım. Aklıma neler geliyordu neler?

 

İnsanlık tarihi zorluklar, problemler, zenginlikler, açlıklar, hastalıklar, güç ve zayıflıklarla doluydu. Hemen her şey devamlı olarak değişiyor ve dönüşüyordu. Ancak bir hakikat her zaman aynı kalıyordu, o da: İMTİHAN OLDUĞUMUZ hakikati…

 

Hayatın mânâlanmasını muvaffakiyetle tamamlamış ve insan-ı kâmil olabilme çabasındaki âdemoğlunun geçirdiği imtihanlar da özü aynı olmakla birlikte, çok farklılaşmıştı. Mazide, yani geçmişte daha çok yoklukla, fukaralıkla imtihan oluyorduk, ancak bugün daha çok varlıkla, zenginlikle imtihan söz konusu ve bu sanki daha zor gibi geliyordu bana.

 

Binlerce sene evvel aç kalmamak veya vahşi hayvanlardan muhafaza olup korunmak çok mühim bir mesele iken, bugün birçok insan için içtimai hayatı, yani sosyal konumu, mahalle baskısı, insanların takdirini alma, işlerinde muvaffak olma daha bir mühim hâle gelmişti.

 

 

 

İyi, kötü tercih sende.

 

Sen ise, mal mülk peşinde!

 

Ölüm de senin ensende!

 

Ne doğrarsan çanağına,

 

O da gelir kaşığına.

 

 

 

Hayat ne ki geçer, gider,

 

Güneş batar, devran döner.

 

Hep eden kendine eder.

 

Dikkat; soluna sağına,

 

Düşme nankör tuzağına!

 

 

 

Ne ekersen o biçilir.

 

İyiyle kötü seçilir.

 

Anadan, yârdan geçilir,

 

Düşme günah batağına.

 

Huzurla gir yatağına.

 

 

 

Dünya dediğin de ne ki?

 

Ahiret içinse belki...

 

Doğruya diyelim peki.

 

Girince sen ocağına,

 

Gül damlasın kucağına.

 

 

 

Hoca, ne söyler durursun?

 

Gidince zaten görürsün.

 

Kara kara düşünürsün.

 

Haram sokma kursağına!

 

Sor git doğru kaynağına.

 

                      ***

 

     BEKLENEN KİTAP GELDİ…

 

Henüz fiiliyatta bir şey olmasa da aklım fikrim ebedî saadetimdeydi. Çok çok kıymetliyi, ebediyen yani sonsuza kadar kazanmak veya kaybetmek korkusu uykularımı kaçırıyordu.

 

Maneviyat âlemine ilk adımımı atar atmaz sözlü sataşmalara muhatap olmuştum. İmânlı olmanın ve öyle yaşayabilmenin ne kadar da çok düşmanı varmış meğer? Bu hakikati daha yakinen gördüm. Gördüm ama bu aşırı düşmanlıkları anlamakta zorluk çekiyordum hâlâ.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.