Gözyaşlarımızı tutamıyorduk. Hepsi birbirinden acıklıydı. Kalplerimiz şerha şerha olmuştu.
Sıla-i rahim için çıktığımız seferde, yolumuzun üzeri olduğu için ilkin Ankara’ya uğramıştık. Gece geç saatlere kadar aile fertlerinin yaşadıklarını tek tek yeniden dinledik, onlarla birlikte yeniden yaşadık. Gözyaşlarımızı tutamıyorduk. Hepsi birbirinden acıklıydı. Kalplerimiz şerha şerha olmuştu. Benim içimi acıtan ise farklı bir şeydi.
***
Peltekleşmiş dilleri,
Nasırlaşmış elleri,
Aklımızdan çıkar mı?
Erzurum’un yelleri.
Ankara’ya taşınan amcamların yeni mekânlarında yaşadıkları da amcaoğlunun anlatımıyla şöyle:
Son cemre ile birlikte ısınan toprak, çiçeklere, böceklere, ağaçlara, çimene, kısacası bütün canlı mahlûkata kucak açıyordu olan bereketiyle. İlkbaharın son ayı mayıs, yazın ilk ayı haziranla kâinatın muhteşem kubbesi altında kucaklaşıp zümrütten ormanların fısıltısını dinlemek, serin çimen kokularını içine çekmek ne saadetti. Hele oradan oraya koşuşan tavşanları, sürmeli ceylanları, kurnaz tilkileri misafir edip envaiçeşit kuşlara, börtü böceğe ev sahipliği yapan tabiatın bu eşsiz güzelliklerini, durmadan değişen muhteşem hadiselerini seyredip ibret almak kaç kişiye nasip olurdu? Bu güzelliklerin ve ihtişamın insan ruhu üzerinde bıraktığı huzur ve saadeti anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalırdı.
Her insanın ilkbaharı; ömrünün onbeş, yirmi yaşlarıydı, o da cıvıl cıvıldı ve pek de hızlı geçiyordu elinde olmadan. Tabiatın baharı, onu takip eden yazı, güzü, kışı her sene yeniden tekrar geri geliyordu da insan baharının ve diğer mevsimlerinin dönüşü imkânsızdı. İyiyse iyi olarak, kötüyse kötü olarak bir defa yaşanıyor, geçip gidiyordu. İnsan bu hakikati bilir de tedbir almazsa ona ne denirdi?
Yaz boyu insanoğlunun verebildiği her emeği; nankörlük etmeden cömertçe geri verip memnuniyetle takdim eden toprak, kışın üzerini beyaz çarşaf gibi örtecek karın altında mevsimlik uykuya çekilmeye hazırlanıyordu. Toprak akıbetini bekliyordu da peki biz insanlar ne yapıyorduk? Yarına istirahat etmiş, mesut başlayabilmek için yorgun bedenini gecenin koynunda rüyalarla renklenen uykuya terke hazırlanıyordu canlı adına ne varsa. Coğrafi güzelliği ve çeşitliliği ile dünyada benzeri az olan memleketimiz, uzun kışlarda kar kristallerinin romantizmini takdim ederdi herkese. Bu sene de acaba öyle olacak mıydı?
30 Ekim Erzurum Muratbağı, Kızlarkale, Koyunören zelzelesi öncesiydi. O zamanlar ilk mektebin beşinci sınıfına gidiyordum.
DEVAMI YARIN

