"Hadi, seni bir yere götüreyim..."

A -
A +

Masada mütebessim bir zat-ı muhterem oturuyordu. Siması ise bir yakınım gibi çok tanıdık geliyordu!

 

 

 

 

 

Yeşilay İş Hanının bir katında bulunan ofise erkenden geldim her daim yaptığım gibi. Gülerek, çok samimiymişim gibi selâm verdim, gürültüden alıp-almadıklarını bile duymadım. Gırgır, şamata içindeki gençler coşkulu bir şekilde şakalaşıyor, çay, kahve ikramlarında bulunuyor, birbirlerine iltifatlar ediyorlar, varlığımdan hiç haberleri yokmuş gibi davranıyorlardı. Veya bana öyle geliyordu. Demek kendimi misafir olarak düşünüp biraz alâka bekliyormuşum. Bu alışık olmadığım ortam, tutum ve davranış karşısında oturduğum yerde kendi kendimi yiyip bitiriyordum.

 

Bardağı taşıran son damla hepten aklımı başımdan almıştı.

 

Gençlerden biri mutfak gibi kullanılan yere girdi, bir tepsiyle çıktı. Çalışanların hepsine birer bardak çay ikram etti. Hesaba katmamıştı ki bana çay kalmadı. Kendi âlemlerinde çaylarını yudumlarken güle söyleye işlerine devam ediyorlardı.

 

O kadar kurulmuş ve dolmuştum ki birden hırslandım “İnsanlık ölmüş!” dedim ve jet hızıyla kalktım, kimseye bir şey demeden bir daha dönmemek üzere kapıyı çarparak mekânı terk ettim.

 

Öfkem var dizi dizi,

 

Silinmez hepten izi!

 

Rabbimiz çok kerimdir,

 

Mahrum bırakmaz bizi.

 

"Dokunsalar ağlayacağım" denilen cinsinden bir ruh hâli içindeydim, oldukça öfkeliydim. Burnumdan soluyordum âdetâ. Tam İkinci Abdülhamid Han hazretlerinin türbesi önüne gelmiştim ki köşeden Rahim Bey Abi çıktı. Önce, onunla da karşılaşmamak için yönümü değiştirmek istedim, sonra da; “niçin gelmemek üzere ayrıldığımı” anlatmanın lüzumunu duydum. Selâm verdim. Hâl-hatır sorduğumu hatırlamıyorum amma öfkeyle bir daha gelmeyeceğimi; “İşiniz de, elemanlarınız da sizin olsun! Artık ne buralara, ne de bu işe gelirim! Her şeyi bitirdim, bu arkadaşlarla, bu ortamda çalışamam! Onlara karşı zerre kadar muhabbetim, itimadım kalmadı! Siz işinize ben de kendi işime! Hadi eyvallah!” diyerek hemen uzaklaşmak istedim. Rahim Abi, bu beklenmedik çıkışıma şaşırdı ama belli etmedi, hiçbir şey demeden elimi sıkı sıkıya tuttu, bırakmadı, sonra:

 

- Hadi, seni bir yere götüreyim.

 

- !!!

 

Nedense itiraz etmedim. Küskün ve de kızgın bir ruh hâliyle peşine takıldım. Doğru Cağaloğlu’ndaki gazetenin merkez binasına...

 

Masada orta yaşlı, yakışıklı, mütebessim bir zat-ı muhterem oturuyordu. Bugüne kadar hiç görmemiştim lâkin bir yakın akrabam gibi çok tanıdık geliyordu siması. Daima gülen siyah şahane gözlerinin tatlı bakışından, asil, soylu davranışlarından, erdemli suskunluğundan, düzgün telaffuzu, ilmi sözlerinden, müşfik, babacan tutumundan onun öyle sıradan biri olmadığı apaçık belliydi… DEVAMI YARIN

 

 

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.