Zavallı mesai arkadaşlarımın telaşının tersine; ben oldukça rahattım...
Benim, kıymetli olduğuna pek inandığım meşguliyetim vardı ve üstelik meçhul bir misafir bekliyordum.
Dışarıdaki ses:
"Mümkün değil, o duymaz, duysa da duymazlıktan gelir. Sen o abiyi daha tanımadın mı?"
"Tanımasına tanıdım da ne bileyim ters düşmek de istemem! Neme lâzım..."
"Sen, umduğumuzdan da fazla temkinlisin, anlaşıldı."
Gırgır-şamata, gülüşme ve şakalaşmaları bastıran şiddetli rüzgâr hâlâ esiyor, bulduğu her şeyi saçıp savuruyor, sağa sola fırlatıyordu. Yemek paydosunda olan personel, dışarı çıkmak için şartları zorluyorlardı. Güvenlik elemanları kapılara birikmiş arkadaşların yerlerine geçmelerini, hava müsait olduğunda anons edileceğini, panik yapmamalarını söyleseler de aldıran yoktu.
Beni de şakalarına karıştıranlara laf atmak için etrafa bir göz gezdirdim. Herkes yol isteyen bir küheylan gibiydi, vazgeçtim. Onlara göre yağmur demek trafikte çakılıp kalmak, akşam yemeğini gece yarısında yemek demekti. Ama yapılacak bir şey de yoktu. Herkes çok iyi biliyordu ki, şu an burada beklemek yola çıkmaktan daha iyiydi. Zavallı mesai arkadaşlarımın telaşının tersi; ben oldukça rahattım. Ev ile iş yerim arasında taş çatlasa beş yüz metrelik bir mesafe bile yoktu. Uyanıklardan biri duyacağım şekilde:
"Adamın biri rahat... Dünya yansa bir tutam otu yanmayacak! Bak bir telaşı var mı? Ne servis derdi, ne erken kalkma, ne aç-susuz yollara düşme düşüncesi… Onunki çalışmak çalışmak... Yav kardeşim sen başka bir şey bilmez misin? Senin çoluk-çocuğun yok mu?"
"!!!"
Mutlaka cevap vereceğimi bekliyordu. İnadına sustum. Çalışma odamda, sayılamayacak kadar çok program teklifi, senaryo, tredman, sinopsisler yığın yığın... Bunların çoğu İFPAŞ Genel Müdürü Altan Ateş abimiz tarafından havale edilmiş dosyalar.
Gelen teklif, senaryo ve projeler üç yönden incelenip tasnife tabi tutuluyordu. Profesyonel edebiyatçı, yazar, şair Seyfi Şirin kardeşimiz; edebiyat, sanat açısından, TRT’den transfer ettiğimiz usta televizyoncu, programcı, yapımcı Ramazan Bakkal; film olup-olmayacağı açısından, biz de değerlerimiz açısından mutlaka inceler, tasnif eder, puan verir sıraya koyardık. Bugün Seyfi ve Ramazan beylerden geçmiş bir hayli senaryo yığılmıştı önümde. Hepsi de ayrı ayrı okunacak, kabul ve reddetme sebepleri doğru, isabetli olarak maddeleştirilecekti. Bu kadar yoğun malzemeyi derinlemesine incelemeden üstün körü; başına, başlığına, gönderene veya yazarına bakıp; “Bu olur, bu olmaz” demek her şeyden önce bir mesuliyetsizlik alameti demekti, bana göre.
DEVAMI YARIN