Bütün heyecanıyla çırağa döndü "Evlat, gazeteci beye duyuracağım şeyi duyurdum, hadi çıkıyoruz, devamını arabada anlatırım" dedi...
İçeri girdiğimden beri makinaları durdurmuş, bütün vaktini anlatacağı o mühim "sırra" ayırmıştı. Hürriyetim onun elindeydi. İstesem de aksi bir şey yapamıyor, bir dediğini iki edemiyordum. Ruhaniyetin büyülü, tılsımını bozmamak için sus-pus kesilmiştim. Çırak da silip temizleyeceği makinaları ve diğer işleri tamamlamış, bir kenarda bizi bekliyordu. Teyipten, örse şiddetle inip kalkan çekiç sesleri arasında:
"Artık yalan söylemeyeceğim!"
"İçki içmeyeceğim!"
"Yanlış bir şey yapmayacağım!"
"Tövbe ettim... Tövbe ettim... Tövbe ettim..." sesleri duyulurken daldığı taburesinden fırlayan usta, teybi durdurdu:
- İşte burası gazeteci bey!
- Ne olmuş burasına ustam?
- Daha ne olsun hırsızın tesirinde kaldığı yer!
- Allah Allah! Ustam ne hırsızı, ne tesiri?
- Zaten ben de onu anlatmak istiyorum!
- !!!
Bütün heyecanıyla çırağa döndü:
- Evlat, gazeteci beye duyuracağım şeyi duyurdum, hadi çıkıyoruz, devamını arabada anlatırım.
- Ben, tam anlayamadım ama neyse!
Eller çıksın aradan,
Kim ölmez bu yaradan?
Murada kavuştursun,
Bizi yoktan Yaradan!
Yıllardır bir ailenin ferdi gibi bildiği gazetesini alamamanın hasretliği gözünü, gönlünü hepten boş bırakmış, yerine koyacak bir şey bulamamıştı. Komşularının tavsiyesiyle başka gazeteleri alması istense de o hep;
"Yemin ettim, artık hiçbir gazete almayacağım..." deyip başından savmıştı. Kısmet ayağına gelmişken:
- Bey… Şey…
- Buyur ustam! Sizi dinliyorum.
- Nasıl desem?
- Lütfen ustam! Bu akşamı hep size tahsis ettim. İstediğin gibi kullan, çekinmeyin…
- Gözümün ve kalbimin kirlenmesini de istemiyorum... Kokusunu bile özledim…
- Neyin kokusunu?
Hâlâ neden bahsettiğini anlamıyordum. Cebinden bir kartvizit çıkarıp uzattı:
-Artık gazetem de gelsin, yeter artık...
Sevinçle adres yazılı kartı aldım, cebime koydum. Biraz önce hakaret ederek üzerime yürüyen adam, şimdi hasretlikten bahsediyor, pis günah kuyusuna düşmekten endişe duyduğunu dillendiriyordu. Bir çığ gibi büyüyen, bir kasırga misali bendenizi sarsan hadisenin finali iyice gözümde büyümüştü.
“Bütün arkadaşlar yanlış anlaşılabilecek her şeyden kaçınmalı, herkes üzerine düşeni de tam yapmalı…” diye düşündüm, "Allah Allah!" diyerek başımı sağa sola salladım elimde olmadan.
Dik merdivenlerden inmiş, uçları göğe kadar uzanan beyaz minarelerin yanlarından geçmiştik.
"Birer füze gibi gökyüzüne uzamış bu mermer mızraklar canıma can katıyor. Ecdat yadigârları hepsi de!" dedi, dişlerini gösterecek kadar keyiflendi.
O beni düşüren çemberin, bu mübarek hizmeti yapmama mâni olamamasına ne kadar çok hamd ediyordum kalbimde anlatamam.
"Ya geri dönseydim, ya buralara kadar gelmeseydim, ya... ya..." Bu kısa akşam vaktinde yaşadıklarımı düşündükçe bir acayip oluyor, azgın nefsime alet olma korkusuyla hayıflanıyordum.
- İşte arabamız. Hadi çocuklar atlayın. Gazeteci abim siz öne…
- Eyvallah! Peki ustam. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...