"Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur!.."

A -
A +

Jale'nin, doktoruna karşı hayranlığı artmıştı:

 

- Ne saadet, güzel huyu ve davranışlarıyla harikalar oluşturanlara… Bak sizin makamınızda sizi incitecek tutum ve davranışlara girdiğim hâlde edebinizi, adabınızı, kibarlığınızı ve hanımefendiliğinizi bozmadınız. Sarsılmaz yerli kaya gibi dimdik durdunuz. Size hayrandım daha çok arttı bu hissiyatım.

 

- İnşallah öyle olanlardan oluruz. Biz kuluz Jale Hanım, kullardan da her çeşit hata ve kusur zuhur eder, çıkar. Onlarla karşılaşınca şaşırmamak lazım, insanın tabiatı icabı olduğunu bilip düştüğü yerden tutup kaldırmayı, yardım etmeyi düşünebilmeliyiz. İyilikleri, güzellikleri istemek bizden, inayet, daha doğrusu her şey Rabbimizden...

 

- !!!

 

- Bunları konuşurken Hazreti Mevlânâ'mızın sözlerinden biri aklıma geldi. Mübarek ne hoş hülasa edip özetlemiş:

 

 

 

Sevgi, muhabbet; kusur gören gözü kapatır,

 

Güzellik; çirkin gören gözü açar!

 

Seveceksen olduğu gibi, öylece sev!

 

Ne kusursuz insan ara,

 

Ne de insanda kusur!

 

 

 

- Kimsede kusur falan aradığım yok da bazen heyheylerim tutuyor ah bir düzelebilseydim daha ne isterdim kıymetli Doktorum!

 

- Gönül ehli büyüklerimiz buyururlardı: “Vermek istemeseydi, istek vermezdi…” Sizde güzele, doğruya bir hasretlik var ama mânileri aşmada zorlanıyorsunuz. Belli ki vakti saati bekleniyor o saadet gününün.

 

- Ya mutlaka öyledir! Şunu samimiyetimle ifade edeyim; Rabb’imin razı olduğun şekilde olmak istiyorum, hem de canı gönülden. Doktorum, siz şahit olun bu taleplerime, isteklerime, arzularıma...

 

- Şahit olmasına olurum da iş şahsın kendisinde bitiyor. Bitirim arkadaşlarının yanına gidip yine bu sohbetleri, o okuduklarını unutacaksan ne kıymeti var ki?

 

- Öyle ya dost acı söylermiş… Haklısın ne diyeyim Doktorum?

 

Söz de çoktu, konuşacaklarımız da... İki tarafı da yakinen bildiğimden inançlı kesimi temsil eden Doktor Nefise'yle, inançsız kesimi temsil eden BİTİRİM arkadaşlarım arasında hakikaten doğu ile batı gibi tam tersi uzaklık, tutum ve davranış farklılığı vardı. Açıkça görüyordum bu farklılığı ve inanmanın muazzamlığını da… Îmân etmenin ruhumuzu, insanlığımızı nasıl yücelttiğinin yerini dolduracak hiçbir şeyin olmadığını da açık net görüyordum ama niçin bataklıktan kurtaramıyordum? İşte bu suale doğru cevap veremiyor, hepten kahroluyordum.

 

                    ***

 

     BİR FIKRA DAHA...

 

Bu dünyada ne kadar insan varsa o kadar da hayat hikâyesi vardı ve hepsi de birbirinden farklıydı, karakterleri de... Bu yüzden kimsenin kimseyi ulu orta tenkit edip yerden yere vurmasını doğru bulmuyordum. Ömrümün hatırı sayılır senelerini İstanbul’da geçirmiştim, başka dünyalara taşınarak kendime yeni bir sayfa açmam mümkün görünmüyordu. Veya böyle bir duruma kalkışana “Ahmak cesareti var” dendiğini de çok iyi biliyordum. Bu hususta fikirlerini söyleyenleri hiç de garipsemezdim.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.