Hiçbir kontrolüm olmadan değişen hayatımda, bir anına bile dâhil olamadığı yaşantımızı düşündü ki bana bakıp bakıp gülüyordu.
Az sonra yine aynı çocuk, bende bir tuhaflık görmüş olmalı ki heyecanla doğruldu oturduğu yerden. Gözlerini bir şeyler seçmeye çalışır gibi kıstı. Fakat dikkatli hâli uzun sürmedi; kale gibi yükselen binaları, göğü delen kuleleri seyrederken yeniden dalgınlaştım. Hiçbir kontrolüm olmadan değişen hayatımda, bir anına bile dâhil olamadığı yaşantımızı düşündü ki bana bakıp bakıp gülüyordu. Tabii ki gülecekti. Benim gibi her şeyini kaybetmiş değildi ya… Ona bakarak annemi, babamı düşündüm. O çocuk benim gibi malını, mülkünü, bir ahır dolusu tosunu, bir ağıl dolusu koyun ve kuzularını, yakın akrabalarını kaybetmemişti ya! O gülerdi oynardı da. Benim öyle bir hakkım yoktu!
Erzurum'daki dostlarımız, malımız mülkümüz, yerimiz yurdumuz ne âlemdeydi?
Uzaktan uzağa seyrettiğim bu şehirde tanıdık hiçbir şey bulamayacağımı, kimsesizliğimi düşündükçe ruhum âdeta bir mengeneyle sıkılıyordu.
O gün içimdeki fırtınalara yenik düşmüş o kapı komşumuzla doğru dürüst konuşamamıştık. Aslında onlar gibi kelimeleri telaffuz edemeyişimden dolayı da konuşmuyordum. Belki de dillendiremediğim asıl mesele buydu. Bu hâlim epey zaman alacağa benziyordu...
Ayaküstü komşu çocuğa el sallayarak apartmanımızdan içeri girdim.
Gezdim yaban elleri
Berber kırkar kelleri,
Yaklaşılmaz yanına,
Parfüm kokar elleri!
İlk zamanlar anlamasak da kış bütün şiddetiyle üşütmeye başlayınca tezek kalaklarını ne kadar aramıştık. Anneciğim “Edemedik ki bir kalak kerme getirelim! Şimdi olsaydı uşakları hiç üşütür müydüm?” deyip hayıflanıyordu. Yün yataklar olmasaydı hepten zatürre olabilirdik. Sobamızın yanmadığını bildikleri hâlde kimsenin umurunda değildi. Bize farklı gözle bakıldığını, âdeta tiksinildiğini seziyor, o sıcakkanlı köylülerin “Hocamın oğlu hele şöyle gel...” deyip bizleri bağırlarına basmalarını unutamıyordum. O günleri mumla arıyordum Ankara'da. “Çamurun içinde yine çadırda yatsaydık, az bulup az yeseydik de itibarsız, itilip kakılanlardan olmasaydık…” diyordum ama iş işten çoktan geçmişti. Anlayacağınız evimiz soğuktu lakin Ankara halkı daha da bir buz kesmişti. Duyduğuma göre birkaç komşu acımış belediyeye telefon ederek bize kömür istemişler. Onlara da “Yok” demişler. Önceden kayıt olmak lazımmış. "Ya kardeşim, bunlar kışın ortasında apar topar gelmişler…" dense de kimin umurunda? “Prosedür" neyse o işletiliyormuş…
Böylece “Şekersiz" Ramazan Bayramımız da soğukların içerisinde dondu geçti. Bütün bu zorluklara rağmen hava biraz daha ılıklanmış, biz de şehir hayatına az da olsa ısınmıştık. Babam imamlık makamından, cami hademeliğine inmiş olsa da “Camiye, Müslümanlara hizmet ediyorum…” diyor, tevekkülünü bozmuyordu. Bu arada ufak tefek yaralarımız da hepten iyileşmiş, zelzelenin izleri gittikçe kaybolmuştu ama anacığım, köy hayatını hâlâ arıyordu. DEVAMI YARIN

