Hakikaten Cüneyt Beyin dediği gibi reddedemeyeceğimiz iki projeyi de beraberce tamamladık. Yayınlandığında pek çok teşekkür almıştık...
Cüneyt Arkın'a dedim ki:
-Sizin hayranlarınızdan olan abim, MALKOÇOĞLU filminizin galasından çıkarken, bulunduğu yerden “Kralsın!” diye seslenmiş, siz de sesi duyunca “Buraya, yanıma gel…” deyip çağırmışsınız. Diyor: “O kadar insanı yararak yanına gittim, benimle tokalaştı…" Nasıl sevinmiş. Arkadaşlarının yanına gittiğinde; “Bu el öpülür! Hadi ne duruyorsunuz, sıraya girin…” deyince içlerinden biri “Ya fol yok, yumurta yok! Niçin elini öpecekmişiz?” diye sorunca o da “Bu eller Krala değdi, Malkoçoğlu’nun ellerinden tuttu…” diye cevaplamış.
-O şekilde çok hayranımla karşılaştım. Dahaları var... Müsait bir zamanda anlatırım, deyip müsaade istedi.
Hakikaten Cüneyt Beyin dediği gibi reddedemeyeceğimiz iki projeyi de beraberce tamamladık. Alkolün ve uyuşturucunun nasıl insan düşmanı olduğunu delilleriyle ortaya koyduk. Yayınlandığında pek çok takdir ve teşekkür mesajları da almıştık.
Günahlardan cayarlar, büyüğünü sayarlar,
Harama bakan gözü, kabak gibi oyarlar.
Derin hem de daracık bir mezara koyarlar!
Hesap gününü bilen, ihlâssız amel etmez,
Süse püse aldanma, sıkıntısı hiç bitmez.
İnsan, günah işlerse, içi hep kanamalı!
"Suç bendedir" diyerek, nefsini kınamalı!
Muvaffak olmak için, işini sınamalı.
Kâfir nefsi tanıyan, ihlâssız amel etmez,
Kötü arkadaştan kaç, sıkıntısı hiç bitmez.
HOCA akıllanmalı, ibretle bakmalısın!
Küfre uzanan eli, ateşte yakmalısın!
Rahmet olup herkese, su gibi akmalısın.
İlmiyle amil olan, ihlâssız amel etmez,
Her şey paradır deme, sıkıntısı hiç bitmez!
Roman hikâye ve ya herhangi bi mevzuda yazmaya başlamam, kendi iç âlemimi anlayıp anlatmam için çok mühim kılavuz oldu. Aynı zamanda anladım ki, yazmak sırlarla dolu bir sevdaymış. Alışkanlık yapan, tiryakilik oluşturan çay gibi, acı bir kahve veya sigara gibi bir tutku bu; bir kere yazmaya başlayan, bir daha elini ondan alamıyor.
Yazmak istemesem de, yazılmak istenen mevzular gelip beni buluyor ve beynimi allak bullak etmeye yetiyor. Öyle ki, çoğu zaman günlük yaşantımı felce uğratacak kadar tesirinde kalıyorum. Bağımlılığın rahatsızlığı, hayatımın yeni hakikati olarak gelip karşıma dikiliveriyor. Bu bakımdan, yazmasam olmuyor; vaktimi alıp götürse de hususi hayat hakkı bırakmasa da...
Kısacası yazmak, sancı veren platonik bir aşk ve hatta kısa zamanda uzaklarda olduğunu hissettiren, hasretini derinden çektiğimiz bir sevgili oluveriyor ruhumuzda.
Peki yazma bağımlılığından ve kafa karışıklığından tamamen kurtulup çıkmak mümkün mü? Şu kısa yazma serüvenimde gördüğüm kadarıyla bu benim için bir hayli zor görünüyor. Hasatı yeni yapılan tahıl değil ki yıkayıp kumunu, taşını toprağını, çerini çöpünü ayıklayasın hani.
Yoksa kısımlara mı ayırmalı aklımıza gelenleri! Mesela, iyi, kötü; karanlık, aydınlık; evcil ve vahşi gibi… Ya da, A'dan Z'ye kategorize mi etmeli bütün düşünceleri? Bu hususta hiçbir şey bilmiyorum! Bildiğim, yazma şerbetini içen ve tadı damağında kalan biriyim. DEVAMI YARIN

