"Sabah oldu, sırma saçlım selvi boylum"

A -
A +

Her sabah olduğu gibi sultan anası çıkageldi. Başucuna oturdu incitmeden.

 
Bu ani değişikliğin manasını bir türlü bulamıyordu Gülşah. İçinden; “Bütün insanlar ayrı bir muamma!” dedi. Reçineleri hâlâ kokan tavandaki tahtaları, büyük yeşil çuha örtülü sedirin oymalarını tek tek saydı. Yan odalardan ayak tıkırtıları duyunca, uyuyormuş gibi yaptı...
       ***
Hava henüz ağarırken her sabah olduğu gibi sultan anası çıkageldi. Başucuna oturdu incitmeden. Namaza kalkması için, biricik kızına seslendi nazikçe;
- Nazlı kızım, kalk sabah oldu. Hadi sırma saçlım. Selvi boylum kalk, diyerek saçlarını okşadı. Derin uykulardan kalkar gibi esneyerek doğrulan Gülşah’ın gözleri kanlanmış, biraz da şişmiş gibiydi.
- Bu ne hâl kızım hasta mısın?
- O da nereden çıktı sultan anam?
- Bilmem gözlerin fena kızarmış.
- Anama da bak! Neden olacak? Fazla uyumaktan olsa gerek, deyip yorganı fırlattığı gibi soluğu abdesthanede aldı. İçindeki zehirden acı sevdasını bastırmak için ne yapacağını bilemiyordu.
 
       O BİR AKINCI OĞLU
 
Doğan Bey, babasını, annesini hiç görmemişti. Anlatılanlara göre dünyalar güzeli anacığı doğumda hayata gözlerini kapamış. Çelebi babacığı da Urum eline salla ilk çıkan kafilenin silahşorlarındanmış. Gözü kara, attığını vuran yiğit bir delikanlıyken, bu önemli seferde kahpece tuzağa düşürülmüş, çarpışa çarpışa şehid olmuştu.
Amcasının refikası Matlube Hanım, öksüz ve yetim kalan küçük
Doğan’ı kendi yavrusu bilmiş, onu itinayla büyütmüştü. Aynı zamanda sütannesi de olan Matlube Hanım, çok takva bir kadındı. İnce, narin vücudunu örten geniş başörtüsünün içinde yosun yeşili gözleri ile şefkatle bakar, ağzından hiç kötü laf çıkmazdı. Numune insan çelebisine hizmetin dışında, ev işlerini görür, artan zamanında da Kur’ân-ı kerim okur, mahallenin küçük çocuklarına da öğretirdi. Bütün günü doluydu. Zaman zaman boş vakit bulamamaktan hayıflanırdı. Onun dışında hiç şikâyeti duyulmamıştı. Çevresinde sevmeyen yoktu. Ulucami sokağına bakan yüksek tavanlı hususi odası tıpkı minimini bir mescitti. Kıble tarafındaki seccadesi hiç yerden kalkmazdı. Bazen bu odada Doğan’a imamlık yaptırır, o da cemaati olurdu. Maksadı, medresede öğrendiklerini uygulamaya koyarak, en iyi şekilde yetişmesini sağlamaktı.
Dış görünüş ve huy bakımından gittikçe rahmetli babasına benzediğini ilk defa sütanacığından duymuş, muhterem amcası da tasdik etmişti. Zaman sonra;
- Ağam Çelebimin hasretini Doğan’ıma bakarak gideriyorum, demeye başlamıştı Süleyman Çelebi. Bu benzerlikten dolayı mı? Yoksa ciğerparesi ve Doğan’ının sütkardeşi Yusuf’çuğunun vefatından sonra ailenin tek çocuğu olarak kalmasından mı? Yüksek meziyetleri ve olgun kişiliğinden mi nedir? Yeğenine ayrı bir kıymet verir, onunla iftihar ederdi... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.