“Sualler çok ama şimdilik bunlara kafa yormalıyım!”

A -
A +

Çocuklarımın ilk yılan görme hadisesi hiç unutulmadı. Bu mevzular açıldığında koskocaman adam olmalarına rağmen hâlâ o günü heyecanla anlatıyorlar.

 

Peki, bunları niçin dile getiriyorum?

 

İnsanların karınca gibi disiplinli çalışanı olduğu gibi, yılan gibi sokanı, korkutup acı çektireni de eksik olmuyordu. Dünya ve bütün kâinat bir düzen içinde yaratılmış, muazzam bir denge ve hesap üzerine kurulmuştu da onu görecek gözler, akıl ve izanlar yoktu bizlerde.

 

     ***

 

Kuzuluk tatilimiz çabuk bitti. Şehir hayatımız malum iş, ev arasında koşturmakla geçiyordu.

 

Akşam gelip yemeğimizi yedikten sonra kafamı meşgul eden çeşitli düşüncelerle doktorumun verdiği kitaplardan birini aldım. Ne hikmetse orijinal yazılardan ziyade el yazısı ile kitapların sağına soluna rastgele yazılmış olan kısa notları okumak pek hoşuma gidiyordu. Onların seçilmiş, unutulmaması lazım gelen kritik yazılar olduğunu düşünerek başladım okumaya.

 

“Niçin dünyaya dört elle sarıldık, ahireti unuttuk?”

 

“Niçin cesareti, dürüstlüğü, namuslu olmayı, şerefiyle yaşamayı, çalışkanlığı, teslimiyeti kaybettik?”

 

“Niçin nefsi terbiye edebilme kabiliyetimiz azaldı?”

 

“Niçin haksızlığa, zalime ve zulme karşı durma kabiliyetimiz köreldi?”

 

“Niçin kötülere, kötülüklere direniş ve yeniden toparlanıp diriliş kuvvetimiz hepten iflas etti.”

 

“Niçin kimlik bunalımına düştük ve itimat edilirliğimiz elimizden çıktı?”

 

“Niçin zulmet üzerine, üstümüze zulmet yağıyor?”

 

Altına başka bir kalemle “Sualler çok ama şimdilik bunlara kafa yormalıyım!” yazmıştı. Başka bir sayfada da şunlar vardı:

 

“Emaneti taşımamız lazım. Muhabbetli olmamız, kendimizi bilmemiz, samimileşmemiz, salih amellerde bulunmamız, sahtelikten, ikiyüzlülükten, dünya menfaatinden sıyrılmamız, baş olma sevdasından, şöhretten, makam sahibi olmaktan, insanlara tepeden bakmaktan vazgeçmemiz, sıkça tefekkür etmemiz, insan ve bütün canlı ve cansız varlıkları sevebilme yarışına girmemiz elzem!”

 

Mevlânâ Hazretleri bir rubaisiyle bize şöyle nasihat ediyor:

 

Ey gönül!

 

Bir an olsun Allahü teâlâya kul olmadın.

 

İşlediğin günahlardan dolayı hiç pişman olmadın.

 

Derviş, fakih, zahit, âlim oldun ama

 

HAKİKİ MÜSLÜMAN olamadın!

 

Ne hikmetse burada “hakiki Müslüman” kelimelerini büyük harfle yazmıştı. Kendi kendime: “Müslümanlığın sahtesi de mi olurmuş?” dedim ama hemen bu düşüncemden tövbe edip vazgeçtim. Öyle ya bizler sahte değil miydik? Sadece adımız Müslüman, hiçbir fiilimiz dinimize uymuyordu. Sadece isimlerimiz ve bir de yeri ve zamanı geldiğinde “Ya kardeşim, biz de Müslümanız…” diyerek meydan okumamız kalmıştı.

 

“Hakiki Müslüman olamadın!” satırlarını defalarca okudum. Sanki bu iki kelime, bu kitabın sayfaları arasına, büyük harflerle BENİM İÇİN yazılmıştı. Kafama kafama balyozla vurulmuşa dönmüştüm. Belli ki işin ehemmiyetine dikkatlerimizi çekiyordu Nefise Doktor’um. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.