Yaptıklarıma fedakârlık demeye utanır oldum bundan sonra...

A -
A +

Büyüklerimden duymuştum: "Kelebeğin kaderi, çiçeklerin tohumlarının taşınmasını sağlarken can vermekmiş."

 

 

 

Renklerin itinayla yan yana gelişine, yıldır yıldır ışıyan parlaklığına, tarifi yapılanmayan desenlerine hayranlık duymamak elimde değildi. İnsan sayısız mahlukattan yalnız kelebeğe kalp gözüyle bakabilseydi, bizleri yoktan var eden Rabbimizin kuvvet ve kudretini anlar, o muhteşemliğin karşısında eriyip giderdi...

 

Bir gün hocam buyurmuşlardı ki: "Nefsine bir defa olsun lâyık olduğundan fazla kıymet vererek bakan kimse, diğer bir ifadeyle; kibir ve gururunun esiri olan kişi, kâinattaki eşyanın hiçbirine ibret nazarıyla bakamaz.” Bu duruma düşmemek için o zaman söz vermiştim kendi kendime hâlâ da aynı minval üzere her şeyden ders çıkarmaya çalışıyorum...

 

Yine büyüklerimden duymuştum: Kelebeğin kaderi, çiçeklerin tohumlarının taşınmasını sağlarken can vermekmiş. Kendi hayatına karşılık binlerce çiçeğin açmasına, hayat bulmasına yardımcı olmak ne büyük fedakârlıkmış meğer… Ben de yaptıklarıma fedakârlık demeye utanır oldum bundan sonra. Dünyanın belki de en zarif, en narin canlısının yaptığı bu fedakârlık karşısında bir seslenişi olacaktı elbette, kendini büyük sanan ama kâinatın büyüklüğünde kaybolan biz insanlara. “Ey âdemoğlu, unutma ki bu dünyada başıboş değilsin! Haddini aşma! Ölüm yolcususun! Yaşadığını kâr bil, kabristanlara git, oradaki mezar taşlarından lisan-ı hâl ile yükselen sessiz feryatları, ah-u figanları dinle… dinle de aklını başına topla. Ömür nimetini kaybettikten sonra pişman olmanın hiçbir fayda vermeyeceğini düşün, vaktin kıymetini bil! Sonra orda yatanlar için bir Fatiha-i şerife oku… oku ki senden sonra gelenler de sana okusunlar."

 

Belki de şöyle sesleniyordu: "Ayıplayacaksan kendini ayıpla, ağlayacaksan akıbetine ağla! Çünkü senin ayıpların tependen aşıp taşmış vaziyette. Eğer başkalarında gördüğün ayıplar sende yoksa bile, gene de emin olma, hiç düşünmediğin bir anda, o kınadığın ayıbın çukuruna düşer ve aynı hataların içinde debelenir boğulursun!”

 

Kulübeme giden patika, yağmur yağınca çamura dönüşüyordu. Dolayısıyla zahmette rahmet olmakla birlikte, mevcut zahmeti rahmete çevirmek gibi mühim bir vazifem vardı.

 

Evvelden derlerdi ki:

 

 

 

Hiç yapmadığı bir işe kalkışırsa kişi,

 

Eline yüzüne bulaştırabilir işi.

 

 

 

İsabetli karar verebilmek, doğru yolda emin adımlarla yürüyebilmek için önce ilim sahibi olmak lazım geldiğinin farkındaydım. Ahiretimi kurtarmak için çok okudum, ilim meclislerinde gezdim dolaştım, o deryalarında inci mercan derledim. Ayrıca her mevsim, her şartta tek başıma ayakta ve hayatta kalabilmemin yollarını da öğrendim. Çoğu zaman zor şartlarda yaşadım, topraklara bulandım, piştim, iyice kavruldum. "Ne, neyle, nasıl bir araya gelir? Hangi işi, hangi malzemelerle, nasıl, ne kadar vakitte yapabilirim?" gibi suâllerin cevaplarını bizzat araştırarak tecrübe ettim, öğrendim.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.