Birinci ve İkinci Dünya Harbini takip eden yıllardan 1960’lara kadar doğmuş olanlar, 5 ila 10 çocuklu ailelerde dünyaya gözlerini açmışlardı.
Bu ailelerde aile reisi koca, çoklukla ilk mektep mezunu veya okuma-yazmayı askerde öğrenmişti. Kadın da diplomalı değildi. Ama harp felaketlerini görmüş veya görenleri görmüş bu insanlar, yüksek bir devlet idrak ve şuuruna sahiplerdi. Onlar, düşman karşısında durabilmek, varlığımızı devam ettirmek için devletin şart olduğunu, devlet olmanın da büyük nüfus ve büyük coğrafyayla mümkün olabileceğini biliyorlardı. Kıtalara hükmeden nesilleri takip eden nesillerdi. O hayatlarda 5 ve üstü nüfuslar, bir iftihar sebebiydi. Bu fakir dönemlerin yoksul fakat ağzı şükürlü aileleri, bu nüfusla vatan borcunu edâ ettiklerine inanmanın müsterih ruh hâlini yaşarlardı.
Eğer, o çok çocuklu aileler olmasaydı I. Cihan Harbi’nde tutunamaz, ardından Millî Mücâhedeyi veremezdik. "Yüzbaşılar, Yüzbaşılar" diye bir Sarıkamış ağıdı vardır. Dinleyenin ciğerlerini yakan bu ağıt, Kayseri’nin Pınarbaşı kazasından bir ananın dört oğlunu birden 1914’te Sarıkamış’ta şehid vermesi üzerine ettiği feryattır. Bu asaleti, bugün, onların da bir kısmının aslı Anadolu olan Gazze kadınlarında görüyoruz. Şu gün Gazzeli kadınların döktüğü gözyaşlarını, bir asır evvel bir ânda birçok evlâdını vatan toprağına veren ninelerimiz döküyorlardı…
Çok çocuklu olma 1960’lara gelene kadar övünme vesilesiyken, neslin ve devletin devamı için teminat sebebiyken, şehirleşmeyle birlikte önceden pek akla gelmeyen rızıktan yana kaygılar artmaya başladı ve "nüfus kontrolü" denen parlak bir cümle cemiyetin ortasına düştü. Ülkenin büyük zenginleri, nüfus kontrol kampanyaları açıyor, hükûmet, onlara destek veriyordu. Yaşanan tezat idareyi ayıltmıyordu:
Türkiye’de nüfus artışı engellenirken AB ülkeleri, harplerle yıkılan şehirlerini onarması ve duran nüfuslarına çâre olması için Türkiye’den vagon vagon işçi taşıyorlardı. Onlar, bizim gözümüzde gurbetçi, Avrupa devletleri için işçi, o memleketlerin derin devletleri içinse nüfus zenginleşmesi sayılıyordu.
1960-2000 arası yarım asra yakın bir zaman art niyetli bir nüfus kontrolü ve çok çocuk düşmanlığı psikolojik saldırısına mâruz kaldık. Bu millet ve bu devleti cephede yok edemeyen emperyalistler, taşeron olarak kullandıkları sermaye, kalem ve kelâm sahiplerini, Müslüman Türk Milleti’nin üstüne sürdüler. 20’nci asrın son çeyreğinden itibaren çok çocukla iftihar etme devri kapanmış, yerini mahcubiyet almıştı. Çocuk doğurmak âdeta adı konmadık bir suç gibiydi. Çok çocuklu kadın, cahil hatta hazinenin düşmanı gibi görülür oldu. Daha 1990’lara varmadan sömürgeci proje, hedefine varmıştı. Türk ailesi, daha evvel tarihin hiçbir döneminde yaşamadığı bir felaketi, fazilet zannetme gafletine düşürülmüştü.
Varılan noktada makbul olan, görgü sebebi sayılan ölçü "çekirdek aile"ydi. Tüketim israfıyla evler mümkün oldukça geniş olmaya teşvik ediliyor, taksit kamburları aileye yükleniyor, anne-baba ötelerde tutuluyor, o koca hânede, 3 kişi yaşıyordu; bir anne, bir baba ve çocuk. Ev, otel olmuştu. Karı-koca işte, çocuk yuvadaydı. Bu gidişata 21’inci asrın başından itibaren geç evlenme ve erken boşanmalar da eklenince istikbal kâbusa döner oldu ama ne yazık ki tehlike hayli geç fark edildi.
Çeyrek asırdır şu cümleyi sık tekrar ettik:
-5 bin yıllık tarihimizde bize göre iki büyük felaket vardır. Biri ’93 Harbi denen 1877-78 Osmanlı-Rus Muharebesi, diğeri de çekirdek aile!..
İnşallah öyle bir mecburiyet hiçbir zaman yaşanmasın fakat Ankara, bir gün terörle mücadele veya nüfusun gerilemesine müdahaleden birini seçme zorunda kalırsa mutlaka ikinciyi seçmeli. Geç Evlenme, Erken Boşanma ve Çekirdek Aile, 2071 Cihân Devleti Olma yürüyüşümüze indirilen darbedir. Sonu cinsî sapıklığa çıkan ahlakî çöküşlerse düşman kininden beter ihanettir.
Bu mevzu bir millî güvenlik mes’elesidir. Vaziyet böyle giderse 2040’larda yâni İsrail’in 2048’de Nil’den Fırat’a kadar genişlediğini hayal ettiği tarihlerde Türkiye’nin nüfusu evvela durmaya, ardından gerilemeye başlayacaktır. Oysa 2071’de 100 milyon olmalıydık. 2071’de 100 milyon olmalı ve Misâk-ı Millî topraklarımızla hasret bitmeliydi.
Hükûmet şimdilerde zikrettiğimiz tehlikeye dair çalışmalara başlıyor. Çalıştaylar düzenlenecekmiş. Geçmiş yazı ve konuşmalarımızda konuya dair onlarca teklifimiz var. En az 3 çocuklu olan ailelere Hükûmet önemli desteklerde bulunacakmış. Daha iyisiyse şudur: 5 çocuk ve üstü olan ailelere yüksek aylık ödemeler yapılırsa ufuktaki tehlikeyi imha yolunda önemli bir tedbir alınmış olur.
Kadını yuvasıyla barışık hâle getirmek lâzım. "Ben evde oturamam" lakırdısı, ev kadınlarına bu milletin baş tacı insanlara hakarettir. Ev Hanımları, bu milletin en çok çalışan fertleridir. Ana omurgadır. Eli öpülesi analardır.
Devlet-i Ebed Müddet’in çağımızdaki şekillenmesi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, Büyük ve Kudretli bir Cihan Devleti olabilmesi için şunlara sahip olması vazgeçilemez şartlardır:
1-Büyük nüfus
2-Geniş vatan
3-Kuvvetli maliye
4- Sağlam adalet
5-Ecdaddan devralınan şaşmaz Ehl-i sünnet ve’l cemaat itikadı… Bu dosdoğru imân ve amel, millî varlığımız için ağaç kurdu olan Şia, Vehhabilik ve siyonizme karşı geçilmez çelik kalkandır.
Yazı çok güzel. Bir katkı da benden olsun. Bütün televizyonlarda yapılan aile programları derhal kaldırılmalı. Zira evdeki hanımlar da onlara bakıyor. O programlarda bütün ahlaksızlıklar ve aileyi yıkan mevzular anlatılıyor...
Harika tespitleriniz için tebrik ederim.Bu yazınızı farklı ortamlarda okuyucuya sunabilir misiniz.Bizim toplumda makale okunmuyor ne yazık ki.Tekrar yayınlamak da olabilir belki.Selmlr, saygılar.