Önümüzde biri şimdi, derhal yerine getirilmesi gereken bir mecburiyet olarak terör örgütünün uzantılarıyla birlikte silah bırakıp kendini feshetmesi işi var ki dikkatle takip ediliyor… Diğeri de TBMM’nin gerekirse tatile bile girmeden, bize yakışır kıymette ve en azından bütün bir asrı kucaklar mahiyette dört başı mamur bir Anayasa yapması…
Bilmiyoruz bu makale, anayasaya dair yazdığımız kaçıncı yazıdır? Bu bahiste 40 yıldır çok mürekkep türettik, çok nefes harcadık.
Vardığımız zaman itibarıyla artık bir "Türk Asrı Anayasası" yahut "Türkiye Yüzyılı Anayasası" yapmamız çok elzemdir. Yeni anayasanın olmazsa olmazı, istisnasız Türk vatandaşlarının tamamını kucaklaması; herkesin, her türlü değeriyle kendini anayasa teminatı altında görmesidir.
Eğer; bu yapılamaz, partiler anlaşamayıp da yola hâlâ şu darbe mahsulü yamalı bohça 1982 Anayasası ile devam dilecekse o zaman aksi bir faaliyetle anayasa ortadan kaldırılarak yerine sağlam kanun maddelerinin ikame edilmesi düşünülebilir.
Gerekçemiz şudur:
Bu millet, tarih sahnesine anayasayla çıkmadı. Anayasa adlı iltizami; bağlayıcı kanun metni, Fransız İhtilalinin sosyal serpinti zorlamasının eseridir. Anayasanın Türkiye’deki mazisi sadece bir buçuk asırdır. Binlerce yıllık mazimizde sadece 150 sene. Biz ümmet ve millet olarak Anayasadan önce vardık. Sonra da var olacağız. Hatta olabilir ki bugünkü gibi Batılı ölçülerle değil ama geçmiş devirlerde belki kendimize mahsus anayasalarımız vardı. Şunu hatırlatmak isteriz. Bizim hukuk, kanun adalet ve devlet nizamını tanımamız, ülkenin azınlık aydınlarının yüzünü Batı’ya dönmesiyle başlamadı. İslam Medeniyeti cephesiyle baktığımızda en yüksek adalet sahibi Kâinatın Peygamberi Sevgili Peygamberimizdir -aleyhisselam- Hazreti Ömer, emsalsiz adil devlet reisidir. "Adalet Mülkün temelidir" sözünün sahibidir. Faruk, ünvanlı yani hakkı batıldan ayırma kabiliyetinin sahibidir. Türk tarihine gelince Hükümdarına "Kanuni" denilen tek millet biz olabiliriz. Keza II. Bayezıd ve II. Mahmud’un mahlasları Adli’dir; adalet sahibi…
İlk anayasamızın adı Kanun-ı Esâsî’dir. 1293/1876 yılında ilân edildi. Padişah, Abdülhamid Han’dı. Meclis-i Meb’usan ve Âyân olmak üzere devlet hayatına çift meclis girdi. Meşruti Hükümdarlık sistemine geçildi. Senato karşılığı olan Âyan, Padişah tarafından seçiliyordu. Meclis-i Meb’usan, Sultan tarafından 1878’de lağvedilerek ülkenin ekalliyet; azınlıklar tarafından bizzat Meclis’in içinden parçalanmasının, önüne geçildi. Ancak; Kanun-ı Esâsî, mer’iyette kalmaya devam etti. Bu itibarla "1908’de ilân edilen meşrutiyet idaresi değil çok partili hayata geçiştir" denebilir. Kanun-ı Esasi, dolayısıyla meşrutiyet idaresi devam ediyordu.
1876’da ilân edilen Kanun-ı Esâsî; esas kanun, 24 Mayıs 1924 tarihine kadar yürürlükte kaldı. Bu, Cumhuriyet devrinde de devlet, 8 ay adı geçen kanunla idare edilmiştir, demektir. Bu da devletteki devamlılığın bir neticesidir.
1876 Kanun-ı Esasi ile 1924 Teşkilat-ı Esâsîye Kanunu arasında yer alan ve ismi Teşkilat-ı Esâsîye Kanunu olan anayasa ise Büyük Millet Meclisi tarafından 20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilmişti. 1876 Kanun-ı Esâsîsinin devamı mahiyetindedir. İsmini yine devlette devamlılığın gereği olarak 1924 Anayasasına vererek hukuk tarihindeki yerini almıştır. Tek Parti Zihniyetinin ikinci yarısı 1940-50 arasında kanunun diline müdahale tasarrufu bir tarafa bırakılırsa 1924-1961 seneleri arasındaki zaman zarfında devletin çatı yapısının ismi "Teşkilat-ı Esâsîye Kanunu"dur. Esas Teşkilat Kanunu demektir. Diğer yandan 1787’de kabul edilen ABD anayasası hâlen yürürlüktedir. Bu kanunda bir önsöz, 7 madde ve 27 kanun değişikliği vardır.
"Ana-yasa" kelimesi, hukuk Türkçesine ilk defa 27 Mayıs darbesinin mahsulü 1961 Anayasasıyla girdi. "Yasa" kelime olarak Moğolcadır. Sonu "tay" ile biten kelimeler de Moğolcadır. "Yasal" dendiğinde Moğolca ve Fransızca bir terkip yapılmaktadır. Sel, sal Fransızcadan ithaldir. 12 Eylül darbesinin eseri ve yamalı bohça hâliyle bugün de var olan 1982 tarihli teşkilat kanunu da "Anayasa" adını taşımaktadır. Artık bir anlamda galat-ı meşhur yahut yerleşik olduğu için yapılacak olan 2025 kanunu da "Anayasa" adını alacaktır…
Partilerin, asgari müşterekte değil, azami müşterekte anlaşarak yapmayı başarmalarını temenni ettiğimiz bu Türk Asrı Anayasası şu yapıda olmalıdır:
-Millî, kısa, anlaşılır, sivil ve her vatandaşa emniyet hissi veren bir üst kanun…
Yeni anayasa yapılırken lüzumsuz endişelere kapılmamalı. Resmî dil 1876 anayasasında da Türkçeydi. Bundan böyle de Türkçe olacaktır. Devlet, hükmi şahsiyettir. Dini hakiki şahıslar yaşar. ’76 ve ’24 esas kanunlarında yer alsa da Anayasada Devletin dini gibi bir ibarenin olması şart değildir. Anayasa, vatandaşına inandığı dini tam bir serbestlikle yaşama imkân ve desteğini verdikten sonra vazifesini yapmış olur. Devletin şeklinin Cumhuriyet olmasıyla da kimsenin bir derdi yoktur. Laiklik, ideolojik "laikçilik" olmadıktan sonra orada bir sıkıntı olmaz. Başkentin Ankara dışı bir il olması herhalde kimsenin aklından geçmiyordur. Zaten birçok memlekette olduğu gibi İstanbul, fiilen Yazlık Başkent olarak çalışmakta. Resmî dilin Türkçe olması gibi asırlara dayalı al Bayrağımız, Millî Marşımız, demokratik hayat, sosyal devlet, ülkenin bölünmezliği şartı elbette ve mutlaka gerekli. "Atatürk milliyetçiliği" ibaresi ise hem yanlış ve hem de Anayasa’da fazlalıktır. Darbeci mantıkla ve meşruiyet arayışıyla ’82 Anayasasına girdi. Devrin mütefekkir ve akademisyenleri "şahıs milliyetçiliği olmaz!" diye çok muhalefet ettiler ki doğrudur. Müslümanlık, milliyetçilik samimiyetle yaşanmalı. Bunlar, kanun zoruyla olmaz. Bir zamanlar nüfus kâğıtlarında "dini: İslam" diye yazardı. Dine inanmayanın kimliği belli iken buna gerek yoktu! Şu "teklif dahi edilemez" cümlesi, artık alay konusudur.
Türk Asrı Anayasasını hangi dönem Meclisi inşa ederse üstünde cunta kiri olmayan, sivil, millî ve milletle barışık bir Anayasa yapma şerefi o Meclis’e aid olacaktır. Doğrusu 2023’te olmasıydı. O geçti; bari 2025 harcanmasa…
Rahim Er'in önceki yazıları...
Yazınızla sunduğun bilgi ve önerilerin takdire şayandır. Teşekkür ederim, kaleminize kuvvet.