DEP'li eski milletvekilleri dışarı çıktıktan sonra yazdığımız yazılarda şehid ailelerini, şehid derneklerini de ziyaret etmeleri gerektiğini dile getirdik. Eski parlamenterler, önceki gün Batman'daki mitigten sonra 4 gün evvel Beytüşşebab'ta şehid düşen er Murat Akman'ın anasıyla 4 aylık hamile eşini ziyaret ettiler. Bu bir memnuniyet verici adımdır. Orada yapılan konuşmalar da ortak duygularımıza tercüman olmakta. Netice itibariyle kimse inkâr edemez ki bu ülkenin evlatları birbirine kırdırılıyor. Diğer memnuniyet verici gelişme ise Hatip Dicle'nin Siirt'teki mitingte söyledikleri. Dicle, Kürtler devletçe tanındıktan sonra bütün herkesin "Türk üst kimliği" altında yaşayabileceklerini dile getirmiş. "Türk Üst Kimliği" ifadesini sütunumuzu takip edenler bilir ki bir zaman önce burada tarif ve teklif etmiştik. Bir yerde birden fazla unsur bulunuyorsa çoğunluğa göre hükmedilir. Önceki dönemde şemsiye kavram olarak "Osmanlı" vardı. Macar da Osmanlıydı, Somalili de... Osmanlı devletinin vârisi Türkiye Cumhuriyeti'dir, üst kavramın Türk olması gerekir. Bunu bir ırk üstünlüğü şeklinde telakki etmemek lazım. DEHAP genel başkanının hükümetle terörist örgütü eşitleyen sözlerini artık maksadı aşan ifadeler olarak almak istiyoruz. Keza ateşkes lafı da rahatsızlık vermekte. 70 milyonluk bir devlet kiminle ateşkes yapmış da haberimiz yok? Ilımlı, sağduyulu Kürt aydınları gerçekçi politikalar gütmeliler. Eğer böyle yapmazlarsa ölen her Türk'ten de Kürt'ten de kendileri sorumlu olur. Hapis çilesini haylice yaşamış ve halen de sanık durumunda olan DEP'lileri, Diyarbakır belediye başkanını hatta şanssız sözüne rağmen DEHAP genel başkanını ve daha bir çok Kürt asıllı kimseyi ılımlı Kürt görüyoruz. Böyle görmek, inanmak istiyoruz, şaşırtmamalılar, hayal kırıklığına uğratmamalılar. Kürtlere faydalı olmak istiyorlarsa bu ülkenin vatandaşlarına faydalı oluyorlar demektir. Öyleyse neden sadece Kürtler? Her vatandaşa faydalı olmaya çalışsınlar. Haksızlık varsa herkes için ortadan kalkmalı, kalkınma gerekliyse herkes için koşmalı. Ilımlı Kürtlere düşen mantıklı, sağduyulu bir davranışla "dönek" denmeyi göze alarak doğru yola çıkmalarıdır. Sadece haklarındaki dâvâ değil, kendileri de Türkiye'yi çok yordu. Halbuki birlikten kuvvet doğar. Neden bölge partisi oluyorlar. Türkiye partisi olsunlar. Hapisten, uzaktan kumandayla Türkiye'nin asla affetmeyeceği karanlık birinin sevk ve idaresinde olmayı, kalmayı kabul etmek aydın olmakla bağdaşmaz. Saddam Hüseyin, Üsame bin Ladin, Abdullah Öcalan aynı dönemin meçhul memurlarıdır. Türkiye, Kürt kimliğini tanıdı, Kürtçe yayında ilk adımı attı, böylece bir dönem "Kürt yoktur" deme cehaletini gösterenleri tekzip etti. Sıra ılımlı Kürt önderlerinde. Samimiyet imtihanını vermeliler. Üzerlerinde el'an şüphe bulutları mevcut. Dün, hukuk, haklarında zikzak çiziyordu, bugün kendileri aynı zikzakları çizmemeli. Bu topraklar insanları birbirini sevmeye mecbur ve mahkumdur. Nerde kaldı ki kurşun atılsın. Bölündükçe, küçüldükçe yem olmaktan başka netice yok. Bakınız Cuma günündeyiz. Türk için de Cuma, Kürt için de Cuma.... Yine bakınız, dinleyiniz bu vatan, bu bayrak için şehit düşen Beytüşşebâb'lı Murat'ın annesi Rindehan Akman, Kürtçe yaktığı ağıtta "ben öleydim" diyor. İsmini Yahya Kemal'in "Rindlerin Ölümü" şiirindeki "rind"den alan bu ana gibi nice Türk anası, Kürt anası "ben öleydim" diye feryat ediyor. Leyla Zana doğru demiş "acının milliyeti olmaz". O halde son görev yine anaların... Türk ve Kürt anaları bir araya gelmeli. Terörü, ateşi ve kan dökülmesini reddetmeliler Onları kim buluşturacak? Ilımlı Türkler mi, ılımlı Kürtler mi, her ikisi mi? Beyaz Türklerle Beyaz Kürtlerin tuzu kuru olduğuna göre iş yüreği yananlara düşmekte.