Zamanın evvelinden bu yana dünyada, sayılamayacak denli haksızlıklar, zulümler, katliamlar, soykırımlar yaşandı. Zalimler ve mağdurlar hep oldu. Yerlerinden sürülenler, işkencelere maruz kalanlar eksik görüle gelindi. Ancak; acı ve tahammül edilmez gerçek şu ki bugün Gazze’de cereyan eden katliam, korkunç soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar, önceki ağır ve vahşi katliamlarla kıyas kabul etmez çaptadır…
Ne Neron, ne Stalin, ne de yaptıklarıyla tarihi kirletmiş diğer katiller, Netanyahu ve destekçilerine yetişebilirler!..
Biz, 1789 Fransız İhtilâli’nin hakkıyla üzerinde durulmadığı kanaatindeyiz. Bu ihtilalle birçok yerleşik değer değiştirildi. Onu besleyen 16, 17 ve 18. Asırdaki Rönesans ve reform hareketleri, vahyin yerine aklı ikame hamlesidir. Bu yeni şekillenmeye "aydınlanma çağı" dendi. Neden aydınlanma çağı? Felsefe kaynaklı bu tarifin kastettiği ilâhi nizâmdı. Îmânı sarsma hamlesindeki filozoflar, semâvî nizâmı yermek maksadıyla aydınlatma dedikleri son birkaç asırlık zamanın öncesine "Orta Çağ karanlığı!" demeye başladılar. Öyle ki bu felsefecilerin içinde "Tanrı öldü!" absürtlüğüne düşen ölçü tanımaz ateistler bile çıktı. Fransız İhtilalinden önceki birtakım beşerî, fikrî düşünce, söz ve iddialar sanki adı geçen ihtilali hazırladı. Hâlbuki bu tarihten sonra yaşanacak harplerde o güne dek dünyada görülmemiş sayıda kitle ölümleri oldu. Daha önce cephe savaşları varken, yeryüzü bu defa arka arkaya bölge ve cihan harplerini yaşadı. Yüz binli, milyonlu ölümler oldu. Bunlar olurken çağ kutsanıyor, yirminci asır modernliğin, ileriliğin zirvesi sayılıyor, sekülerlik aydınlanmanın hayat bulması kabul ediliyordu.
Bu yeni teze göre dinler savaşı, Hilal-Haç kavgası bitmiş, vatan kavramı çökmüştü. Fikret, Batı düşkünü devrin Türkiye münevverlerine sözcülük edercesine "Toprak vatanım, nev-i beşer milletim!" deme sapmasını yaşayabiliyordu. Artık hasıl olan yeni anlayış, Garbı harfi harfine taklit ediyordu. Bütün bu din, milliyet ve vatandan kopuşların kök hücresinde, Halik yerine aklı, mahluku koyan İslamiyet’e düşman haçlı ve siyon kaynaklı filozofların mutlak doğruyu inkârları vardı. Cihan harpleri önce zihinleri tahrip etti, sonra topraklarda cereyan etti. Fransız İhtilali’nden sonra vuku bulan bölge harpleri ve ardından yaşanan iki büyük dünya harbi, cihan tarihinin çok büyük facialarıdır. Harb-i Umumî denen I. Cihan Savaşı, yalnızca imparatorlukları tasfiye etmedi. Filozofik tefekkür, aydınlanma çabasındayken vicdanı kararmış nev-i beşer "yeni insan" tipi türedi. Böylece yetişen zalimlerle 19 ve bilhassa 20. Asır, yalnızca Türkler, sadece Müslümanlar için değil, insanlık için de kayıp yüzyıllar oldu. Bu asırlar, Mora’dan, Özi Kal’asına, Kırım’a, Hiroşima’ya, Karabağ’a, Bosna’ya kadar onlarca örneğiyle kan ağladı. Zira, aydınlanma denen izâfî gelişmenin başlangıcında Kızılderili katliamı, Maya ve Pigme Medeniyetlerini tahrip, Endülüs Soykırımı vardı…
Hatırlarda olmalı; yerküre, miladi 2000 yılından 2001’e; yâni, Hıristiyan telakkinin "milenyum" dediği üçüncü bin yıla büyük bir coşkuyla girdi. Buna laiklik imbiğinden geçirilen Türkiye de dâhil edildi. Oysa biz İslam dünyası, İkinci Bin Yıldaydık. Bu İkinci Bin Yıl’ın başlangıcı Sevgili Peygamberimizin -aleyhisselam- beka âlemini şereflendirmeleriyle başlamıştı. Milenyum ise İsa aleyhisselamın doğumunu esas alır.
Adını vermeliyiz ki topyekûn savaş, cinayet ve katliam ve soykırımlarıyla 20. Asır Yitik Çağdır. Zavallı "nev-i beşer" yeni insan, yeni dünya düzeninde tarihte ilk kez atom bombası ve kitle imhası yapan nükleer silahlarla tanıştı. Köroğlu’nun bahsettiği namertlik âleti delikli demir eskilerde kalmıştı. Bugün kitle silah savaşları devam ediyor. Osmanlı Türkiye’sinin mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti için de Harb-i Umumi, devam etmekte. Farkında olmalı ki felsefî yeni bakışlar, belki de Avrupa ve batıdan ziyâde İslâm âleminde zihnî, fikrî, inanca dair tahribat yaptı. Bizde İsrail’in kurulmasına denk düşen tarihlerde gönül avlayıcı siyon imalatı fikirler malzeme olarak kullanılırken Lozan’la kabul ettirilen dayatma hudutların ötesi gözlerden saklandı. Oysa Siyonist ideoloji takipçileri, “Yahudi şeriatı”na sıkı sıkıya yapışarak "Arz-ı Mev’ud" denen "Nil’den Fırat’a Büyük İsrail Krallığı" idealini unutmadı ve unutturmadılar.
Şimdi Siyonistler, bu ideallerinin hayata geçmesi gününün geldiği inancındalar. Bunu gerçekleştirmek için her türlü zulüm, katliam ve soykırımı mubah ve mümkün görmekteler. Bir başka ifadeyle “dinler savaşı” devam etmektedir. Siyonist İsrail, Netanyahu’nun sevk ve idaresinde engel gördüğü ve düşman bildiği bütün yerlere azgınca saldırmakta. Bu sapkın ideolojinin emrinde olanlar, yemek kuyruğundaki aç çocukları bile düşman belleyip güne, 30-40 canı katlederek başlamakta, âdeta iğneli beşikte bebek kanı içmekteler.
Bu İsrail’in ateşkesi kabul ettiğini düşünmek, gafletin tâ kendisi olur. İran’ı vurmak bir taktikti. Böylece Gazze sebebiyle köşeye sıkışmışlığını öteledi, Gazze’yi gündemden düşürmeye çalıştı.
Gazzeli analara, bacılara, yiğitlere müteşekkiriz. Onların her gün en az bir düzine şehid vermesi sâdece Gazze’nin, Filistin’in değil; Lübnan, Suriye ve Irak’ın da dahası ve çok daha mühimi Anadolu’nun müdafaasıdır. Bu yüzdendir ki ilk günden beri "Gazze düşerse Ankara düşer!" diye konuşup yazmaktayız.
Ama, Allah’ın izniyle Gazze de Ankara da düşmeyecek! Düşecek olan, bir ham hayal uğruna her gün biraz daha zayıflayan, göç veren, dünyada kendisine duyulan nefret selini çoğaltan soykırımcı İsrail’dir.
Müslüman Türk milleti, zamanla, mekânla, tarihle hesaplaşmakta. Bu milletin, 2071 Kızılelma aşkı, önüne çıkacak her zalime dersini verecek kadar güçlüdür.
Bir çağı daha yitirme niyetinde değiliz…
Rahim Er'in önceki yazıları...