Gerçek dost ilk gözyaşını görür, ikinciyi siler, üçüncüyü durdurur

Sesli Dinle
A -
A +

Kars Kazım Karabekir Öğretmen Okulundaki sınıfımızda Nesteren diye bir kız vardı.

 

Doğumu sırasında vefat eden annesinin ismini vermişler.
“Babam İstanbul’da polis, iki de abim var” demişti.

 

Bir de Gülendam vardı; -aradan beş yüz yıl geçti, nasılsa burayı okumaz- esmer, kalın, kara, erkeğe benzer ve asık suratlıydı.

 

Ortaokulda iken annesi vefat edince, babası yeniden evlenmiş. Annenin yerine gelen kadın, hayatı onun burnundan getirmeye başlamış. 

 

Sırf evden uzaklaşmak için yatılı okul sınavlarına girip, buraya gelmişti.

 

“Daha kötüsü babamın düştüğü durumdu” demişti, “sırf kadına yaranmak için o da bana kızar, beni ezerdi.

 

Ortaokula başladığımda günlük yazmaya da başlamıştım. Orta ikideydim sanırım. Günlük yazıların birinde cici anneye kırgınlığımı anlatmıştım ve kadın çekmecemde bulduğu defterde okuduğu bu satırlara çok fena içerlemişti. Hem kendisi ağzına geleni söylemiş, hem de babama şikâyet edeceğini belirterek, en büyük sermayeme el koymuştu.  
Baba, analığın kendisine teslim ettiği ve bana ait olan hatıra defterini öfkeyle sallamıştı suratıma doğru:

 

- Bu saçmalıkları yazacağına derslerine çalışsana serseri!
Ses çıkaramamıştım.

 

Baba, demir çubukla açtığı odun sobasının dışarı fırlayan alevlerinin içine atmıştı çocukluk hatıralarımı…

 

Babam hemen her sabah dükkâna gitmek için kapıdan çıkarken bana tembihte bulunurdu:

 

- Eldivenlerini almayı unutma! 

 

Bu uyarıyı çok seviyordum. Hatta bu yüzden babamı da seviyordum. 

 

Çünkü her sabah evden çıkıp eldivenlerimi parmaklarıma geçirdiğimde, orta parmağıma bir metal dokunuyor, babamla ortak sırrımız olan bu metali eldivenin parmağından dışarı çıkarıyor, o madeni para ile kantinden o günkü çay - simit ikilisini garantilemiş oluyordum. Babam beni analıktan böyle koruyabiliyordu.” 

 

Neyse, Gülendam’ı gevezeliği ile baş başa bırakıp, konumuza dönelim. 

 

Kelime o zaman henüz uydurulmamıştı ama bu iki kız, Nesteren ile Gülendam “kankaydı.” 

 

Belki de çocuk yaşta öksüz olmaları onları en samimi iki arkadaş yapmıştı.

 

Gündüz okulda, gece yatakhanede yapışık ikiz gibiydiler.

 

Okul bitti, her birimiz bir yere dağıldık.
Nesteren İstanbul’a, Gülendam Ağrı’ya gitti.

 

İki kızın irtibatı hiç kesilmedi. Kâh mektuplaştılar, kâh Gülendam zaman zaman postaneye giderek Nesteren’in evine telefon etti.

 

Okul biteli on yıl olmuştu.
Artık Gülendam’ın da evinde telefon vardı. Bir yaz günü Nesteren’i arayarak şöyle dedi:
- İstanbul’a gelmek istiyorum. 
- Aa, çok sevindim! 
- Ne zaman geleyim?
- Hemen gel! Çok özledim seni. İlk fırsatta gel... Bak ne diyeceğim, otobüsle gel mutlaka... Görev yerim otogar. Tam kucağıma düşersin. (Polis olmuştu.)
- Anlaştık. Yarın yola çıkıyorum o zaman. Otobüsün tahminî varış saatini ve firma ismini bildiririm sana.
- Anlaştık cancağızım.

 

Gülendam yirmi üç saatlik yolculuk sonrası indiği otobüsün tam kapı önünde Nesteren’i bulunca, kollarını açıp “Canııımmm” diyerek hamle etti.
Nesteren o açık kolları tutarak kızın önünde birleştirdi, sol eliyle iki kolu tuttu, sağ elini kemerinin arkasına götürerek çıkardığı kelepçeyi bu iki bileğe taktı.
Şöyle dedi:
- Biz polisler oturup kalktığımız insanlara dikkat ederiz. Sen gelmeden GBT’ne baktım. Seninle ilgili arama emri senden önce geldi. Üvey annenin ölümüne sebep olmaktan aranıyorsun Gülendam, üzgünüm.
İki eski arkadaş ekip otosunun arka koltuğuna oturunca, öndeki iki polis duymasın diye Gülendam yalvaran bir yüz ve alçak bir sesle:
- İnan o bir kazaydı Nesteren, dedi.
Araç karakola doğru hareket etti.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.