Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A

Sarıkamış dağlarının dibindeki fakir köylerden biriydi.

Çok eski bir yerleşim yeri olmasına ve şehir merkezine yakınlığına rağmen gençler köyü terk ediyordu.

Hemen her aileye birkaç hayvan, bir iki küçük tarla düşüyordu. Başka bir gelirleri yoktu ve neredeyse boğaz tokluğuna yaşıyorlardı.

Yazın tarlalardan elde edilen sınırlı mahsul, ineklerden süt, tavuktan yumurta ile geçinip gidiyorlardı. “Fukara et yiyorsa ya kendi hastadır ya hayvan” sözü misali, arada et yedikleri de oluyordu.

*****

Emekli Bekir Komiser, Şabanözü’nde hanımının vefatı sonrasında kızı Almıla ile birlikte Sarıkamış’taki bu köyüne döndüğünde bir şeyi fark etti.

İspir’den, Narman’dan, Artvin’den gelen “Gürcüler”, katır sırtında getirdikleri kiraz, vişne, incir, ceviz gibi yiyecekleri, gariban köylünün binbir zorlukla elde ettiği tereyağına, yumurtaya, una karşılık “bire bir” satıyorlardı.

Köyde buğday ve bir iki sebzeden başka bir şey yetişmiyordu ve köylüler bir kilo kiraza karşı neredeyse bir kilo tereyağı, üç beş cevize karşı üç beş yumurta veriyordu.

*****

Bekir Komiser, rahmetli babasının yıllar önce kapanan bakkal dükkanını yeniden açmaya ve şehirden meyve getirmeye karar verdi.

Mesleği gereği ciddi ve asık suratlı olan komiser, belki de “Benim köyümü başkaları sömüreceğine kaymağını ben yiyeyim” niyetiyle bakkalı açmıştı.

İlkbahardı.

*****

Köylü mevsim meyveleri kiraz, çilek, çağla, yeşil erik, vişne ve malta eriğine ilgi gösteriyordu.

Temel ev ihtiyacı çay, şeker ve temizlik malzemelerine ulaşmak da artık daha kolaydı.

Ancak köylüyü içten içe şüpheye düşüren şey, Komiser Bekir’in onlardan peşin para almayıp, “Deftere yazıyorum. Yaz gelsin, eliniz para görsün, hesaplaşırız” demesiydi.

Faiz mi isteyecekti?

Cesaret edip komisere soramıyorlardı.

*****

Komiser Bekir üç ay sonra vefat etti.

Kızı Almıla acısını doyasıya yaşadıktan yirmi gün sonra şehre gitti ve babasının maaşını üzerine geçirmenin resmî prosedürünü halletti.

Ve ertesi gün ilk defa dükkânı açtı.

Bakkalın açık olduğunu gören köylü kapıya üşüştü.

Büyükşehirlerdeki alışveriş merkezlerinde kampanya yapan mağazaların önüne yığılan müşteriler gibi, köylü de dükkânın içinde ve kapı önünde kalabalık oluşturmuştu.

Almıla, “Hele benim borcuma bi’ bakıver”, “Benimkine de, benimkine de” diye seslenen insanlara “Tamam, bi’ saniye, az sabır” diyerek kasadan siyah deri ciltli kalın defteri çıkardı.

İlk sayfayı açtı, en üstteki ismi sesli okudu:

- Zihni Öztürk burada mı?

Sakallı bir adam kapının eşiğinden el kaldırdı:

- Buradayım kızım.

Fakat kız birden defteri tezgâhın üstüne bırakıp iki eliyle yüzünü kapattı. Omuzlarının titremesinden ağladığı anlaşılıyordu. Sesler kesildi, onlarca meraklı göz aynı noktaya bakmaya başladı.

Almıla ellerini yüzünden çekti, gözleri ıslaktı. Tekrar defteri aldı. Sayfaları çevirdi. Bir sonrakini, bir sonrakini…

Ve kafasını kaldırıp biraz yüksek bir sesle konuştu:

- Babam, bütün isimlerin altına “Borcun bana dua etmek” diye yazmış. Durmayın hadi, gidin
duaya başlayın.

ÖNE ÇIKANLAR