İstanbul'da, televizyon dizilerinde kostüm sorumlusu olarak çalışan kız, bir kokteylde âşık olduğu sigortacının peşine takılıp Antalya'ya göçtü.
Evlendiler.
Kız iş hayatından el etek çekti, evinin kadını oldu.
İki aylık bir erkek bebekle mutlu bir aile olarak evliliğin bir yılını yeni doldurmuşlardı ki, kızın annesinin İstanbul’daki ani ölümü her şeyi altüst etti.
Çünkü yaşlı babası, ihtiyar dünyada yapayalnız kalmıştı.
Deniz yolları emeklisi Kadir Reis, koyu hüznünü sükûnetle yaşadıktan sonra, kızının ısrarı ile Antalya’ya gitti.
İşinden ve eşinden sonra kırk üç yıllık “memleketi” İstanbul'dan da ayrılmak babayı sarstı. (Aslen Gümüşhaneliydi.)
Tamamen içine kapandı; kimse ile konuşmuyor, hiçbir yere gitmiyor, doğru dürüst yiyip içmiyordu.
Bir süre sonra damat, kayınpederin varlığından rahatsız olduğunu hissettirmeye başladı. Eşiyle sık sık tartışıyordu.
Antalya’daki bir aylık sürenin sonunda bir gün baba, damadının tavrını hissetmiş bir bedbaht olarak, “Ben gidiyorum” dedi ve tekrar İstanbul’a döndü.
* * *
“Benim babam İstanbul’da tek başına ne yapacak?” diyen kızı, babanın arkasından, bir hafta sonra çıkıp geldi.
İlerleyen günlerde ise eşi ile telefonda şehirler arası tartışmalar başladı. Kocanın “Ya o, ya ben” zorlaması kaçınılmaz olarak ayrılığı getirdi.
Tazminatsız ve nafakasız boşandılar.
Genç kadın artık, mahkemeden “kopardığı” oğlu ile birlikte, İstanbul’da babasına bakıyordu.
* * *
Doktor için söylemek kolay da iki aydır, babasının iki bin dört yüz küsür lira emekli maaşından başka bir kuruş geliri olmayan dul kadın için dört yüz yirmi beş lira tutan tomografiyi çektirmek imkânsızdı.
İmkânsızdı, çünkü Kadir Reis’in durup dururken şoke eden sessizce baygınlığı sonrasında taksi ile apar topar Şişli’deki en yakın özel hastaneye koşturmuştu, bebeğini komşuya bırakarak…
Yanında taksi ücretinden başka neredeyse hiç parası yoktu. Tomografinin fiyatı ise bir ay geçinecekleri paranın dörtte birine eşitti.
Doktor tekrar etti:
- İleri tetkik için acilen tomografi gerekiyor.
Baba, doktorun odasının iç tarafındaki küçük bölmede sedyede yatıyordu. Kadın, utangaç bir şekilde başörtüsünün ucundaki püsküllerle oynayarak:
- Param yok, dedi.
Doktor böyle sözleri çok duymuştu, umursamadı; masasının üzerindeki ajandasını, çantasını, kalemliğini düzeltti:
- Valla bilemem.
- Bir şeyler yapılamaz mı?
Doktor bu açmazdan âdeta memnun olmuş gibi tebessümle:
- Hayır, dedi. Hatta geçen hafta şarkıcı (N.S.)’ye indirim yapsınlar diye ricacı oldum, mide bulantısı ile gelmişti. Sağ olsunlar muhasebede yarım vizite almışlar ama Genel Müdür az kalsın hepimizi birden kovacaktı.
Tam o sırada dışarıda, koridor duvarlarında yankılanan öfkeli bir ses duyuldu:
- Kaç kere söyleyeceğim size?! Kapat şu pencereyi be kızım! İçeride klima çalışıyor, siz camları açıyorsunuz. Klimanın anlamı ne o zaman?
Doktor hafif bir kafa işareti ile koridoru gösterirken söylendi:
- Genel Müdür… Tam lafının üstüne geldi.
Müdür söylene söylene kadının bulunduğu odanın önünden geçerken içeridekileri görünce durdu.
Esmer, kalın kaşlı, suratına öfke yapışmış, gaddar birine benziyordu.
- Burada mısın doktor, diyerek odanın kapısına geldi.
- Çıkıyordum. Bu hanımın babası acildi de… Ona baktım, birazdan çıkacağım.
Kadın ayağa kalktı, yarı ağlamaklı, sedye üzerindeki babasını işaret ederek müdüre yaklaştı:
- Tomografi gerekiyormuş ama param yok.
Genel Müdür çatık kaşla kadına yaklaştı. Kulağına doğru eğildi. Kısık sesle şöyle dedi:
- Şimdi söylerim çekerler tomografiyi. Bir seher vakti benim için kalpten bir dua edersin, ödeşiriz ablacığım. Allah şifa versin.