Neden bu kadar yoğun bir savaş retoriği devreye girdi? Dünya neden yeniden savaşlar zinciriyle karşı karşıya? Hep aynı tablo ile karşılaşıyoruz: Savaşa mahkûm edenler, meydanlara barış söylemiyle çıkıyorlar. Önce savaştırıyorlar, sonra barıştırıyorlar!
Yeni dönemi anlamaya gayret ederken geçmişteki süreçleri gözden kaçırmamak gerekir. Örneğin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ın 1914 Haziran’ında bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi, görünürde 1. Dünya Savaşı’nın başlangıç sebebi olarak yorumlanır. Oysa koskoca cihan devletleri bu savaş sonrası tarih sahnesinden çekilip çökmüştür. Ani olarak meydana çıkmış gibi görünen olaylar tek tek incelendiğinde, bugün yaşananların seyrini anlamak daha kolay olacaktır.
Neden hep Avrupa, savaşlar zincirinin başaktörü? Almanya’nın gücünü eriten akıl hangi akıldı? Rusya ile Avrupa’yı karşı karşıya getiren zihniyet, bugünkü atraksiyonlarıyla da bize çok şey anlatıyor. Cihan harplerinden sonra tarih sahnesine çıkan ABD gerçekten barış mı istiyor? Avrupa’yı Rusya’dan uzak tutmaya çalışan İngiliz aklı ise daima devrede. Avrupa, âdeta her zaman arka bahçe rolüne konumlandırılmıştır. Bu nedenle savaş süreçlerinin şiddet merkezi hep Avrupa olmuştur.
Rusya’yı zayıflatmak için iki kez devreye giren savaş süreci, yine aynı şekilde Rus kozunu ortaya çıkardı. Belki bugün olanları, ancak elli yıl sonra belgeler, yazılar, konuşmalar deşifre olduğunda daha net anlayacağız. O zaman insanlık tarihi kimin kahraman, kimin şeytan olduğunu görecektir.
Peki savaşlar neden başlatılıyor? Paylaşım için!
Güç dengeleri değişiyor, şiddet merkezleri kayıyor, finansın yönü ve kaynaklar yeniden şekilleniyor. Bugün yaşadığımız süreç de aslında yeni bir paylaşım sürecidir. İsrail örneğinde gördük ki, bölge bölge taşeron güçler devrededir.
Ama her şey planlandığı gibi gitmiyor. Mesela Gazze’de, yıllarca yenilmez olarak görülen İsrail sonuç alamadı. Vahşilikleriyle aslında medeniyetle ilgisi olmayan bir yapı oldukları ortaya çıktı. Çok “medeni” görünen İsrail’in bir katil ve çürümüş yapı olduğu anlaşıldı. Şimdi ise pazarlıklar dönüyor. Netanyahu, Trump istedi diye razı oluyor; karşılığında ise kendi mahkeme süreçlerinin bitmesini, İsrail aleyhine propagandaların sona ermesini istiyor.
Eğer her şey planlandığı gibi gitseydi, Netanyahu tüm Yahudi halkını kınanan taraf olarak görmek ister miydi? Elbette istemezdi. Sanıyordu ki tüm enstrümanlar elinde ve bu vahşi düzenle istediğini elde edebilecek. Oysa küresel kamuoyu vicdanı sesini yükseltmeseydi, Türkiye bu vicdanın harekete geçmesini tetiklemese, bugün Netanyahu Katar’ı arayıp özür dilemek zorunda kalmazdı.
Trump içinse bu, hem iç kamuoyuna hem Avrupa’daki hem de dünyadaki ortaklarına verilmesi gereken önemli bir mesajdı. Bunu da Netanyahu’ya yaptırdı. Ama büyük fotoğrafa baktığımızda, yaşananların hepsinin yeniden paylaşımda kime ne düşeceğinin hesabıyla ilgili olduğu görülüyor.
İsrail bu süreçten çok zarar gördü; ekonomik, politik ve sosyolojik olarak... Bu örneği vermemin sebebi şu: Eskiden olduğu gibi bugün de taşeron fikirler ve aktörler, yeni savaşların sebebi oluyor. Paylaşım sınırları netleşmeden, saflar belirlenmeden savaşlar zinciri bitmeyecek gibi görünüyor. Hesaplar kapanmadığı, taraflar aldıklarından memnun olmadığı sürece pazarlık devam edecek.
Mesela Rusya kendi şartlarından vazgeçmiyor, Ukrayna dayatılan şartları kabul etmiyor. İsrail istediğini almak için tüm vahşilikleri yaptı, şimdi Hamas’a “kabul et” deniliyor. Trump için ise Pasifik bölgesi hayati. Bu yüzden bir taraftan ABD’nin kasasını dolduruyor, diğer taraftan Çin ile hesaplaşmayı kapatmak istiyor; fakat kendi eliyle değil, yine taşeronlarla. Önceleri terör örgütleri vekil olarak kullanılıyordu, şimdi ise örgütlerin rolünü daha kapsamlı devletler üstleniyor! Yeni savaş süreci taşeron devletlerin omuzlarında ilerliyor.
Ve herkes pay almak istediği için savaşmak zorunda. Bazıları bu süreçte zorlanıyor, bazıları ise parçası olmaktan memnun. Yeni dünya düzeni, böylesine acılarla dolu bir hikâyenin ardından nasıl bir sistem üretecek göreceğiz. İnsanlığın en büyük temennisi, bu vahşi düzenin bir an önce sona ermesi ve yeni umudu besleyen bir fikrin devreye girmesidir.
Sevil Nuriyeva’nın önceki yazıları…