Türk kamuoyunun sınırlarının ve sinirlerinin zorlandığı bir dönemdeyiz.
Gazze’deki soykırımla başlayan kanlı süreç, İsrail’in Suriye topraklarına kadar uzanmak isteyen saldırıları ve elbette Kuzey Kıbrıs özelinden Akdeniz açıklarındaki provokatif eylemleri hâliyle Ankara’yı sahada ve masada daha sert eylemlerle hareket etmeye zorluyor.
Kuzey Kıbrıs, Türkiye’nin kırmızı çizgisidir tabii ki. Suriye’nin toprak bütünlüğünün de Ankara’nın kırmızı çizgisi olduğunu bilmeyen kalmadı.
İsrail bu kırmızı çizgiyi zorluyor.
Kendinin Türkiye ile karşı karşıya gelecek cesareti ve imkânı yoktur. Ama psikolojik harp yoluyla sistemi zorluyor.
Türkiye, uluslararası sistemin ve yeni dünya düzeninin gerekliliklerini yerine getirirken; hukuka ve evrensel anlaşmalara bağlılığını sürdürmekte kararlı. Aynı zamanda İsrail’in Gazze’de işlediği insanlık dışı suçlara karşı da küresel ölçekte diplomasinin tüm imkânlarını sonuna kadar kullanıyor. Doğrudan yapamadığını, müttefik ülkeleri üzerinden dolaylı yollarla gerçekleştirmeye çalışıyor.
Türkiye, İtalya ve Libya kritik bir zirvede bir araya geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ev sahipliğinde, İtalya ve Libya başbakanlarının katılımıyla İstanbul’da gerçekleşen görüşme; Avrupa’nın geleceği açısından da stratejik bir önem taşıyor.
İsrail’in Akdeniz’deki dengeleri zorladığı göz önüne alındığında, enerji ve göç meselelerinin ön plana çıktığı bu zirve, bölgesel güvenlik adına dikkat çekici bir buluşma oldu.
İsrail yalnızca toprak genişletme hedefiyle değil, aynı zamanda enerji hatları ve koridorlar üzerindeki etkisini artırma arzusuyla da masada olmak istiyor.
Türkiye ise İsrail’in bu yöntemlerini boşa çıkarmak için yoğun bir diplomatik çaba yürütüyor.
Bu noktada ABD ve özellikle Trump’ın nasıl bir pozisyon alacağı da belirleyici olacaktır.
Bugün hâlâ ABD, İsrail’in saldırılarını soykırım olarak tanımıyor.
Ancak dünya kamuoyu nezdinde İsrail’in giderek yalnızlaştığı yeni bir döneme girildiği açık.
Ancak İsrail’in iç seslerine de kulak vermek gerekiyor. Netanyahu ve Siyonist yapı, giderek toplumsal desteğini kaybediyor.
Netanyahu için içeride bir “zafer” kaçınılmaz hâle geldi. Bu zaferi elde etmek, kendi siyasi geleceği açısından kritik bir ihtiyaç.
Fakat tablo açık:
İsrail, Türkiye gibi köklü bir devlet yapısına ve sistemli askerî-stratejik akla sahip bir ülkeye doğrudan karşı gelmekten çekiniyor!
Türkiye’yi zorlamak, İsrail’i çıkmaz bir yola sürükleyecektir. Bu gerçeği, kuşkusuz İsrail’in en güçlü destekçisi ABD’nin derin katmanları da fark etmiştir.
Netanyahu’nun “Osmanlı bir daha olmayacak” sözleri, aslında bu düşmanlığın köklerini açıkça ortaya koyuyor.
Bastırılmış bir medeniyetin mirasçısı olarak yeniden yükselen Türkiye’nin önünü kesmek için neden 15 Temmuz gibi darbe girişimlerine başvurulduğunu; neden geçmişte darbelerle millî iradenin boğulmaya çalışıldığını; neden yerli ve millî duruş sergileyen siyasetçilerin idama kadar götürüldüğünü anlamak bu çerçevede zor değil.
Sevil Nuriyeva’nın önceki yazıları…