Kaydet
a- | +A

Rusya-ABD hattında yürütülen arka plan çalışmalarına bakıldığında, evet; Ukrayna’nın NATO’dan vazgeçmeye hazır olduğu görülmektedir. Zelenskiy’nin söylemlerini belirgin biçimde yumuşattığı açıktır. Ancak buna rağmen, İngiltere ve Fransa’nın hâlen güvenlik garantisi talep ettiği de gözden kaçmamaktadır. ABD Başkanı Trump’ın Ukrayna meselesine yaklaşımı ise nettir: Savaşın durmasını istemektedir ve bu noktada Rusya’nın şartlarına büyük ölçüde ikna olmuş görünmektedir...

Peki, bu durumda Ukrayna fiilen parçalanıyor mu? Rusya, “Savaşta aldığı topraklardan vazgeçmez” tutumundan geri adım atmaya niyetli değildir. Avrupa ise bu tutumun kırılması için çaba göstermekte ancak şu ana kadar somut bir sonuç alamamaktadır. Avrupa’nın ısrarla dile getirdiği, “Ukrayna’dan sonra sıranın diğer Avrupa ülkelerine geleceği” söylemi bu çerçevede önemlidir. Putin bu iddiayı defalarca reddetmiş olsa da, görünen odur ki Avrupa bu retoriği sonuna kadar kullanmaya kararlıdır.

Özellikle Baltık ülkeleri konusunda Avrupa içinde ortak bir kanaatin oluştuğu görülmektedir. Rusya’nın “Baltık ülkelerine gireceği” tezi her geçen gün daha fazla gündeme taşınmakta; Moskova’nın bu ülkelerdeki Rus vatandaşları üzerinden siyaset inşa edeceğine dair görüş, Avrupa başkentlerinde yaygın biçimde dillendirilmektedir.

Fransa, bu süreçte özellikle Ukrayna’nın müzakere masasına oturmamasını; oturacaksa da şartların Avrupa ile paralel olmasını savunmaktadır. Buna karşın Zelenskiy’nin söylemlerine bakıldığında, anlaşmaya yakın durduğu açıktır. Ancak Zelenskiy’nin Avrupa’nın güvenlik garantisini sürekli vurgulaması, meselenin yalnızca Ukrayna’nın iradesine bağlı olmadığını da açık biçimde göstermektedir.

Savaşın sona ermesi ya da en azından uzun vadeli bir ateşkes süreci, ABD açısından olmazsa olmaz bir hedef olarak öne çıkmaktadır. Elbette Rusya da süreci, kendi istediği formatta ve mümkün olan en kısa sürede bitirmek istemektedir. Putin’in Avrupa’ya hitaben söylediği, “Size saldırmayacağız, bunu kaç defa söyleyeyim” cümlesine eklediği, “Ama eğer siz savaş istiyorsanız, hemen şimdi hazırız” ifadesi dahi, ABD ile Rusya arasında paralel bir sürecin varlığına işaret etmektedir.

ABD Başkanı Trump’ın Avrupa liderlerine yönelttiği sert eleştiriler de, taraflar arasındaki sorunun mahiyetine dair önemli ipuçları sunmaktadır. Avrupa cephesinde ise ciddi bir ayrışma söz konusudur. Her ne kadar bir Avrupa ittifakından bahsedilse de özellikle Rusya-Ukrayna konusunda artık tek seslilikten söz etmek mümkün değildir. Avrupa ülkeleri, kendi içlerinde farklı tezleri savunur hâle gelmiştir.

Bu çerçeveden bakıldığında, Doğu Avrupa ülkelerinin refleksinin; Rusya’yla doğrudan karşı karşıya gelmeden, süreci ve Ukrayna’daki savaşı sonlandırma yönünde olduğu açıkça görülmektedir.

Brüksel’in Rus varlıkları konusundaki tutumu da bu tablonun önemli bir parçasıdır. Burada belirgin bir esneklik göze çarpmaktadır. Brüksel’in, diğer Avrupa başkentlerine “Rus varlıkları konusunda garanti veriyor musunuz?” sorusunu yöneltmesi rastlantı değildir. Aslında Brüksel, süreç tamamlandıktan sonra Rusya’nın uluslararası mahkemelere başvurması hâlinde, “Yanımda olacak mısınız?” sorusunu şimdiden sormakta ve meselenin farklı bir boyutuna dikkati çekmektedir...

Avrupa, Rusya’nın “kaybederek masaya oturması” mottosuna kendisini öylesine kaptırmış görünmektedir ki, bu yaklaşımın ittifak hâlinde olduğu devletlerle arasında ciddi ayrışma nedenleri doğurduğunun farkında olup olmadığı ayrıca sorgulanmalıdır.

Rusya, muhatap olarak yalnızca ABD’yi seçmiştir. ABD Başkanı açısından da bu, son derece bilinçli ve önemli bir tercihtir. Moskova ise bu kaotik ortamda tek adresle çözüm arayan tavrıyla, satranç tahtasında hamlelerini dikkatle yapmaktadır.

Gelinen son noktada ulaşılmak istenen hedef nettir: ABD, paylaşım sürecinde “gemideki ağır yükleri denize dökme” yolunu seçmiştir. Burada kastedilen, parasal ve finansal yük oluşturan başlıklardır. Bu dönemde ABD, kazanımlarını ihraç etmektedir. Başkan Trump’ın matematiksel siyaset anlayışı da Washington’un bu tutumunu açık biçimde yansıtmaktadır.

Putin ise durumu doğru okumuştur. İki yıl önce Rusya hakkında yorum ve öngörülerde bulunan Avrupa siyaset elitinin o günkü söylemleriyle bugünkü ifadeleri arasındaki fark, siyaseten kimin kazançlı, kimin kayıpta olduğunu görmek için yeterlidir.

Putin açısından vazgeçilmez olan unsur, deniz hatlarıdır. Özellikle kendi çevresindeki deniz yollarında hâkimiyetin sağlanması hayati önemdedir. ABD ve Rusya her ne kadar Ukrayna özelinde bir anlaşma arıyor gibi görünse de gerçekte çok daha geniş bir coğrafya üzerinde uzun vadeli meseleleri ele aldıklarına dair güçlü emareler bulunmaktadır. Bu nedenle, “Sahadaki durum, masadaki pozisyonun anahtarıdır” tespitinin özellikle dikkate alınması önemlidir.

Son olarak şunu belirtmek gerekir ki; medya üzerinden inşa edilen algının gerçeklik payı sorgulanmadan yapılan Ukrayna yorumlarının büyük bölümü eksik ya da hatalıdır. Son gelişmeler, bu tespitin ne kadar yerinde olduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır.

ÖNE ÇIKANLAR