Vaktiyle bir zamanlar Uygur Ağa vardı. Yetime, mazluma, garibe sahip çıkardı. Onlar da Uygur Ağa’ya dua ederlerdi. Derken bu Uygur Ağa, bir gün şehre gitti. Şehirde büyük apartmanları, gazinoları, büyük sanılan adamları, zenginleri görünce, “Ben Ağa’yım. Bu işi bunlardan daha iyi yaparım” diyerek, şehre taşınmaya karar verdi.
Önce, köydeki büyük tarlasını satarak, şehirde müstakil bir bina aldı. Ardından, çiftliğini satarak, şehirde, bir fabrika kurdu. Başladı üretime. Mal yetişmiyor.
Kasa çekler ve senetler ile dolup taşıyordu.
Aradan bir yıl geçti.
Senetler ödenmemeye, çekler karşılıksız kalmaya başladı. Malzeme alımında zorluk yaşamaya başladı. Bunun üzerine, hanımının köydeki çiftliğini de sattı. Bir yıl da böyle zaman kazandı.
Lafı uzatmayalım, 5 yıl içinde, köydeki her şeyini sattığı gibi, şehirdeki her şeyini de kaybetti.
Hacizler, hacizler, derken, bir gün hanımı, bu kadar acıya dayanamadı ve yataklara düştü.
Uygur Bey düşünmeye başladı. “Nerede hatta ettim” diye.
Yatmakta olan hanımı Uygur Ağa'nın bu düşüncesini anladı ve dedi ki;
“Efendi, sen ağalığı bırakıp, bey olduğun gün kaybettin. Sen yetimleri, garipleri, mazlumları bırakıp, beylerle, paşalarla, zenginlerle, gazinolarda, gününü gün ettiğin gün kaybettin.
Sen, köydeki güven duygusuyla, şehirde hareket edip, şehirdeki tedbir kavramanı bilmediğin gün kaybettin. Sen dua almayı terk ettiğin gün kaybettin.”
Uygur Bey düşündü. Hanımına hak verdi. Ani bir kararla köyüne döndü. Eski çiftliğinde KAHYA olarak işe başladı.
Ama, köylüler hâlâ ona "Uygur Ağa" diyorlardı.
Aciz-Abdurrahman Gök
ŞİİR
Bülbüle altından kafes verseler
Memleket der imiş, hâli bir başka
Memleket hasreti beni örseler
Yağmuru bir başka, seli bir başka...
Son bir kez göreydim verilse ferman
O zaman derdime bulurdum derman
Hasat zamanları dövülür harman
Rüzgârı bir başka, yeli bir başka...
Pederim oralı; “Gelendostlu”dur
Amcamlar pehlivan, boylu postludur
Düzünde elmalık, dağı pusludur
Arısı bir başka, balı bir başka.
“Mahmudlar”dan gelir yiğit soyumuz
“Kara kuyu” verdi tatlı suyumuz
Gelendost “Çaltı”dır bizim köyümüz
Ateşi bir başka, külü bir başka.
Kul Mahmut’um der ki; diline kurban,
Memleket bir başka, gülüne kurban
Kuluna, yoluna, hâline kurban
“Eğirdir” bir başka, gölü bir başka...
Kadir Çetin
KÜSUR: 1. Artan bölüm, geriye kalan bölüm. 2. Tam sayıdan sonra gelen kesirli sayı.
SELEF: Bir görevde, meslekte kendinden önce bulunan ve yerine geçilen kimse; öncel, halef karşıtı.
BERRAK: 1. Bulanık, kirli olmayan. 2. Duru. 3. Pürüzsüz, kulağa hoş gelen (ses). 4. sıfat, mecaz Açık seçik, net olan.
MUKİM: Bir yerde, bir evde oturan, eğleşen, ikamet eden.
KÂŞANE: Büyük, süslü köşk, saray vb. yapı.
AKIBET: 1. isim Bir iş veya durumun sonu veya sonucu; serencam. 2. Sonunda.
MİNVAL: Tarz.
BECAYİŞ: Karşılıklı yer değiştirme.
ŞÜREKÂ: 1. Ortaklar, şerikler. 2. Yandaşlar, taraftarlar, destekçiler.
ZEVAHİR: Görünüm.
MUGALATA: 1. Yanıltmak için, yanıltacak yolda söz söyleme. 2. Bu biçimde söylenen söz. 3. Yanıltmaca.
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...