Korkak değil taktisyen

A -
A +

Uluslar Ligi’nde küme düşen bir takımı devraldı. Utanç duyduğumuz o günlerden göğsümüzü kabartan bu günlere sadece dokuz ayda taşıdı bizi.
On maçta bir mağlubiyet aldık, sadece üç gol yedik. 18 gol attığımız 10 maçın 8’inde gol yemedik. Yıllarca, ‘saçma sapan goller yiyoruz’ diyen bizler değil miydik?
Dünya şampiyonu Fransa’yı ilk maçta sahadan sildi, 5-6 yemekten kurtulduklarına sevindiler âdeta. Futbol tarihimizde ilk defa, evet ilk defa son maçları oynamadan finallerin yolunu tuttuk.
Üstelik bu kadar genç bir ekiple, yarısını yolda görsek tanımayacağımız, yeni yeni sivrilen oyuncularla başardı bunu.
Sahiplenmedi, ‘Benim eserim’ demedi.
“Bu benim değil, bizim takımımız” dedi... “Sadece benimle olmaz, bir araya gelelim, bu takımın geleceği için beyin jimnastiği yapalım” diyen de o...
Gelgelelim, pırıl pırıl oyuncularıyla birlikte 80 milyonu sevindiren böyle bir hoca yine yaranamadı, “İzlanda’ya yenilmemek için korkak bir anlayışla sahaya çıktı” sözleri edildi ona bu ülkede. Sanki karşısındaki takım modern futbol ritüellerine sahipmiş gibi yargılandı köşelerde.
Şenol Hoca, İzlanda maçında bir satranç ustası konsantrasyonunda, mükemmel bir strateji çizdi aslında. Yüksek fizik güç ve boy silahları olan, çağ dışı formatta futbol oynayan bir takıma karşı, böylesine kırılma maçında ne yapılması gerekiyorsa onu yaptı.
Okay’ı hafif geri çekti, Merih’i sağ, Çağlar’ı sol çizgiye yanaştırdı. Beklerimizle (Zeki-Umut) önlerindeki oyuncuların (Cengiz-Hakan) mesafesini daralttı. Böylece savaşçı, altı oyunculu, alan daraltan, kompakt bir ikinci bölge yapılanması oluşturdu. Buraya zaman zaman Burak da yardıma koştu. İzlanda’nın orta alandan çizgiye inen kulvarlarını bir güzel yok ederek, on sekiz içine yapacakları kenar ortalarını önledi. (Ki daha çok bu formatı kullanıyorlar.) Deplasmandaki ilk maçta iki golü de kenardan buldu soğuk adamlar. Ve o golleri atan stoperleriydi! Yani topu yeter ki rakip ceza alanına indirsinler, orada da bu kule adamlar çokça çalışmış oldukları belli olan varyasyonlar uyguluyorlardı. (Dikkatli izleyenler, ikinci golde Ragnar Sigurdsson’un nasıl son vuruşu yapacağı noktaya hareketlendiğini çözmüşlerdir sanırım.)
İzlanda atar, sonra çekilir ve seni sinir eden savunmasına geçer. Ani kontralarda ikinci golü arar. Böyle sonuca varmaya çalışır. Çok hücum kombinasyonları yoktur. Kendi kapasitelerinin farkındadırlar zira.
Hoca bunu çözdü ve rakibi dar bölgeye sıkıştırıp, ‘gegenpressing’le en büyük silahlarını ellerinden aldı. Dikkat ederseniz ceza sahamıza orta ve topla buluşma sayıları ilk maça göre minimum düzeye indi... Güneş, ‘Bulursam atarım’ diye de düşündü bir yandan. Çünkü bize beraberlik de yetiyordu. Bu korkmak değil gayet yerinde bir stratejiydi.
1996’da 1-0 öndeyken bile yine hücumu düşünüp lig şampiyonluğunu vermiş Şenol Güneş’ten, bugün strateji uzmanı hocaya dönüşmesi beni finallere gitmemiz kadar sevindirdi.
Çünkü ‘rakibe göre oyun’ formatına orada daha çok ihtiyacımız olacak.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.