Sürgün edilen şehzadeden ibretlik cevap! Osmanlı hanedanı siber zorbalıkla mücadele ediyor
Osmanlı hanedanının yurt dışındaki üyeleri hakkında merak edilenleri yazarımız Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci cevapladı. Hânedanın dindarlığına dikkat çeken Ekinci, Osmanoğlu ailesinin sürgünde karşılaştığı zorlukları çarpıcı hatıralarla anlattı.
- Osmanlı hanedanı üyelerine yönelik siber zorbalık yaşanıyor.
- Bu, özel aile fotoğrafları üzerinden yapılıyor.
- Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Osmanlı hanedanının aile üyelerinin günümüzde ne durumda oldukları konularında bilgi verdi.
- Osmanlı hanedanı üyelerinin, 1924'de sürgün edildikten sonra Avrupa'ya yerleşmek zorunda kaldığı belirtilmektedir.
- Osmanlı Hanedanı üyelerinin kimliklerinden uzaklaştıkları ve Müslümanlıklarını da yitirdikleri gerçeği yansıtmamaktadır.
- Bir Osmanlı hanedanı üyesi olan Şehzade Selim Süleyman Efendi, İngilizce konuşmasına rağmen Türkçe buradan Osmanlı ve Müslüman kimliğini belirtmektedir.
- Osmanlı padişahlarının ve ailelerinin dini ananelere riayet ettiği, namaz kılmayı ihmal etmedikleri hatıralarla desteklenerek vurgulanmaktadır.
ALİ TÜFEKÇİ - Bütün mallarına el konulan ve Avrupa ülkelerinde parasız yaşamak mecburiyetinde bırakılan Osmanlı hanedanı ailesi, sosyal medyada siber zorbalığa maruz kalıyor.
Sultan V. Murad ve Sultan V. Mehmed Reşad'ın soyundan gelen ve İngiltere'de yaşayan Ayşe Gülnev Osmanoğlu'nun çocukları bunların başında geliyor.
Geçtiğimiz günlerde yabancı bir sosyal medya sayfası tarafından "1299'dan 1922'ye kadar Osmanlı İmparatorluğu'nu yöneten Osmanoğlu ailesinin genç üyeleri" denilerek aile üyelerinin özel fotoğrafı paylaşıldı.
Kötü niyetle servis edilen fotoğrafın altında kimileri hakaretler ederken pek çok kimse de Osmanlı ailesini savundu.
Yapılan tartışmalarda pek çok kullanıcının Osmanlı ailesinin neler yaşadığı hakkında bilgi sahibi olmadığı dikkat çekti.
Hanedan üyeleriyle görüşen ve haklarında kitap yazan Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci sorularımızı cevapladı.
BU FOTOĞRAFLAR NEREDEN ÇIKIYOR?
Hanedan üyesi kadınların sosyal medya paylaşılan fotoğraflarının özel aile çekimleri olduğuna dikkat çeken Ekrem Buğra Ekinci şöyle diyor:
"Saray hanımlarının hepsi dışarı çıkarken saray ananesine göre ferace giyerler ve yüzlerini örterlerdi. Şimdi elimizde bazı resimler var. Hanedanın daha saltanat kaldırılmadan önceki devre ait bazı resimler var.
Bu resimlerde saraylı hanımlar başı açık hatta dekolte elbiselerle, süslü elbiselerle görülmektedir ve bunu görenler Osmanlı hanedanı mensuplarının başlarını örtmediği kanaatine varmaktadır. Halbuki bu fotoğraflar sarayda çekilmiş, mahrem çekilmiş fotoğraflardır.
Osmanlı Sarayı'nda harem dairesine erkekler giremez. Kadınlar da erkeklerin yaşadığı selamlık dairesine giremez. Birbirlerini görmezler. Peki bu kadınların bu resimlerini kim çekiyor? Saraydaki cariyeler!
Cariyelerden biri bir ustaya gönderilerek fotoğraf çekmesi öğretilir. Cariyelerin başlarını örtmesi lazım değildir. Yani dinen cariyeler hür kadınlar gibi tesettür emriyle muhatap değiller. Bir ustaya gönderilir ve fotoğraf çekmesi öğretilir. O gelir, saraylı hanımların sarayda fotoğrafını çeker.
Bir kadın haremde yalnız başına veya hanımlarla otururken elbette ki başını örtmez. Elbette ki tesettüre riayet etmez. Bundan tabii bir şey olamaz. Bu insanlar bu fotoğrafların yarın bir gün insanların elinde gezeceğini düşünmemişlerdir elbette ki.
Nitekim benim elimde hanedanın 1924'de sürgüne giderken hazırlanmış olan Emniyet Müdürlüğü'ne hazırlanmış olan albümü var. Bu albümdeki kadınların tamamı çarşaflı ve peçelidir. Hiçbiri açık saçık değildir."
"İNGİLİZLER MÜSAADE ETMEDİ"
Hanedanın Müslümanların yaşadığı ülkelere gitmek istediklerini ancak engellendiğini anlatan Ekinci şu bilgileri paylaşıyor:
"Osmanlı hanedanı 1924'de memleketten sürgün edildi ve bunların büyük ekseriyeti Avrupa'ya yerleşmek mecburiyetine kaldılar. Çünkü o zaman Mısır gibi memleketler İngilizlerin işgalindeydi ve İngilizler onları oraya sokmadı. Suriye'de de iç savaş vardı. Çok azı Suriye'ye, Lübnan'a yerleşebildi. Mısır'a gelenler 1930'lardan sonra Kral Fuad'dan sonra gelebildiler. O zamana kadar Avrupa'da yaşadılar.
Şimdi siz bir insanı memleketinden beş parasız atıyorsunuz yurt dışına. Bu insan dinini nerede öğrenecek, dilini nerede öğrenecek? Eskiler adetlerini muhafaza ettiler. Fakat yeniler, gençler Avrupa'da doğan, büyüyen, oradaki mekteplere gidenler...
Ayrıca evlenecek kimse yok. Yabancılarla evlenmek zorunda kalıyorlar. Nereden öğrenecek dinini?"
"İNSANLAR KENDİLERİNE BAKMALI ÖNCE"
"Siz Türkiye gibi bir Müslüman memlekette hacıların, hocaların, çocuklarının dinle diyanetle bugün alakası yokken tutup da yurt dışına sürgün edilmiş, ekmek parasına muhtaç olmuş Osmanlı hanedanı mensuplarının neden dindar olmadığını sorgularsanız buna "çifte standart" derler.
Osmanlı Hanedanı mensupları her zaman dinlerine bağlıdır. Dindar olmasalar bile hiçbir zaman din aleyhinde konuştukları görülmemiştir.
Yani dindar yaşamayabilir bir insan ama her zaman Osmanlı hanedanlığını ayakta tutan iftihar vesilesi Müslümanlık olmuştur. Onun için dış görünüş insanı aldatmamalıdır. İnsanlar kendilerine bakmalı önce. Kendileri ne haldeler? Bir Müslüman memleketinde yaşayan insanlar ne haldeler? Sonra Osmanlı hanedanlığını kritik etmeliler."
"DAMARLARIMDA OSMAN GAZİ'NİN KANI DOLAŞIYOR"
Sözlerine sürgündeki hanedan üyelerinden çarpıcı hatıralarla devam eden Ekinci şunları ekliyor:
"Şadiye Sultan'ın hatıralarında vardır. 'Hayatta Allah'a olan inancım ve dinim benim için çok büyük bir destek olmuştur. Hayatımda çektiğim bütün sıkıntıları ben bu sayede atlattım' diyor. Bu yüksek bir imanın tezahürüdür.
Mahmut Şevket Efendi vardı, Mısır'da yaşardı. Onun kızı Nermin Sultan'a bir Fransız asilzadesi talip oldu. Nermin Sultan bir Hıristiyanla evlenmemek uğruna onu reddetti. Halbuki o tarihte yiyecek ekmekleri yoktu. Evlenseydi hayatı değişecekti.
Bu nedir? İngiliz bir anneden doğmuş, Avrupa'da yaşamış ama hiçbir zaman o İslami kimliğinden, Müslüman kimliğinden uzaklaşmamış."
"1908'DE KIRILMA YAŞANDI"
"Osmanlı Hanedanı Türk İslam tarihinin en parlak devirlerine imzasını atmış bir hanedan ve her zaman bir tekke terbiyesiyle, bir medrese ciddiyetiyle yaşamış bir hanedandır. İslam dinine, Müslümanlığa olan bağlılıkları her zaman tarihçiler ve tanıyanlar tarafından söylenmiştir. Tarihçilerin ittifakla kaydettiği bir şey vardır. Osmanlı Hanedanı hem cesarette, hem merhamette, hem de dinine ve ananelerine bağlılıkta emsali olmayan bir hanedandır." diyen Ekinci Osmanlıların çileli bir asır yaşadığına dikkat çekti.
1908'de İttihat ve Terakki yönetimiyle birlikte Osmanlı Devleti'nde manevi bir bozulma yaşandığına dikkat çeken Ekinci, son devir padişahların buna karşı duruşlarını şu sözlerle anlattı:
"Zaten 1908 yılında Osmanlı Devleti'nde bir kırılma yaşandı. Sultan Abdülhamid'in yetkileri sınırlandı. Ertesi sene tahttan indirildi ve yeni bir devir kuruldu.
Bu devir artık dinin zayıfladığı, cemiyet hayatında dinin zayıfladığı, dindarlık bağlarının gevşediği bir devirdir. Avrupa'yla olan temas artmıştır. Dünya görüşü değişmiştir. Elbette ki bu telakki saraya da intikal etmiştir ama ondan önce öyle değildi.
Mesela Sultan Reşad'ın bir sözü var. Saray muallimesi naklediyor. Diyor ki, Sultan Reşad: "Sarayda iki şey çok iyiydi. Bir namaz, ikincisi yemekler. Şimdi ikisi de bozuldu"
Sultan Abdülhamid'in hanımı Behice İkbal hatıralarında diyor ki: Sultan Abdülhamit zamanında sarayda namaz kılmayan hiç kimse yoktu. Saraya yeni alınan Çerkes cariyeler bile dilleri dönmeyerek de olsa namaz kılar ve Kur'an-ı Kerim okurlardı."
Osmanlı Hanedanının aile fotoğrafını gülerek paylaşan Özgür Demirtaş'a anne Ayşe Osmanoğlu'ndan cevap!
"SON HALİFENİN MEKTUBU"
Padişahların namaz konusundaki hassasiyetlerine dikkat çeken Ekinci şöyle devam ediyor:
Osmanlı padişahlarının hepsinin beş vakit namaz kıldığını ve günahlardan kaçındığını biliyoruz. Padişahın ailesi de aynı şekilde dini ananelere riayet eden insanlardı. Sultan Abdülhamid, Sultan Reşad namaz kılardı. Sultan Reşad sarayın bütün odalarına bir levha yaptırmıştı. "Namaz kılmayana ekmek ve tuz hakkımı haram ediyorum" diye. Demek o da o değişimin farkına varmış.
Son padişah Sultan Vahideddin beş vakit namaz kılardı. Bunu, yanında bulunanlardan bizzat işittik. Hatta hatta yatsı namazı hazırlığı esnasında kalp krizi geçirerek vefat etmiştir. "Hadi yatsı namazını kılın, ben de kılayım. Ondan sonra devam ederiz." demiş, fakat devam etmek müyesser olmamıştır.
Halife Abdülmecid Efendi'nin beş vakit namaz kıldığını, torunlarından mesela Neslişah Sultan'dan işittik. Hatta Halife Abdülmecid Efendi'nin memleketi terk ederken Yaveri Ekrem Akömer'e yazdığı bir veda ve teşekkür mektubu var. Orada yaverine "Beş vakit namazı beraber kılıyorduk. Benden sonra da lütfen buna devam ediniz. Size tavsiyem, vasiyetim, nasihatim budur" diye bir yazma ihtiyacı hissetmiştir.
