Fransa’da devlet okullarında başörtüsünün ardından çarşaf giyilmesi de yasaklandı. Yasağa gerekçe olarak dinî sembollerin kamusal alana taşınmasının laikliğe aykırı olması gösterildi. Yasak getiren genelgeye karşı yapılan itirazı Fransız Danıştayı reddetti ve yasakçı düzenlemenin hukuka uygun olduğu ve ayrımcılık yapmadığı kararını verdi. İş bununla kalmadı; Fransa Müslüman kadın öğrencilerin geniş pantolon gibi şeyleri de giymesini yasaklayarak Müslümanlara karşı tam bir negatif ayrımcılık peşinde koştuğunu gösterdi.
Laiklikte dünyada iki ana çizginin bulunduğu söylenebilir. İlki daha ziyade Anglosakson dünyasında karşımıza çıkan ve din ve vicdan özgürlüğünü merkeze alan laiklik anlayışı. İkincisi Fransa kaynaklı ve daha ziyade Fransa’da ve Fransa’dan etkilenmiş olan -Türkiye gibi- ülkelerde ortaya çıkan ve kamusal alanın dinî sembol ve görünümlerden arındırılmasını isteyen laiklik anlayışı. Laiklik bakımından ilk anlayışın daha başarılı olduğu ve demokrasiyle bağdaştığı, ikinci anlayışın ise hem laiklik dışı olduğu hem de anti demokratik uygulamalara yol açtığı söylenebilir.
Din özgürlüğü bir kavşak özgürlüktür. Bir ülkede din özgürlüğünün olması diğer özgürlüklerin de olduğunun bir işareti, bir göstergesi sayılabilir; yahut, din özgürlüğünden hareket ederek, diğer özgürlüklere ulaşılabilir. Bu özgürlükler arasında ifade özgürlüğü, grup kurma, gruplara katılma ve gruplardan ayrılma özgürlüğü, dinini yaşama ve yansıtma hakkı gibi özgürlükler vardır. Bu anlamda laik bir ülkede değişik inanç grupları azamî ölçüde barış içinde bir arada yaşar.
İkinci anlayışta laikliğin kendisi bir tür seküler dine dönüşür, diğer dinlerle rekabete girer ve kavgaya tutuşur. Onları görünmez olmaya zorlar. Dini, bireysel bir inanç meselesi olmasına ilaveten, aynı zamanda toplumsal bir vaka olmaktan çıkarır, şahsileştirir ve insanların aklına ve vicdanına hapseder. Bu yüzden dinî sembollere ve görünümlere savaş açar. Böylece toplumda gerilim ve çatışmaların ortaya çıkmasına zemin hazırlar.
Bu laiklik anlayışının daha ziyade Müslümanlara zarar vermekte olduğu söylenebilir. Çünkü başörtüsü, sakal ve çarşaf gibi görünürlükleri fazla, gözden kaçmaları ve kaçırılmaları neredeyse imkânsız durumlar daha ziyade Müslümanların davranışlarında yansır, dışa vurur. Bu yüzden, bu laiklik anlayışı, özellikle son zamanlarda, İslam’a ve Müslümanlara karşı bir tür savaşa dönüştü. Bu yaklaşım aynı zamanda yükselen İslamofobinin temelinde yer alan unsurlardan biri.
Bu anlayışın taşıdığı bazı endişelerin haklı olduğu söylenebilir. Bunlar arasında kamu otoritesinin insanlar arasında ayrım yapmaması, dinlere ve dinî inanç ve anlayışlara karşı tarafsız olması en başta gelir. Ancak, bunun yolu bir tür sosyolojik laiklik anlayışı dediğimiz çizgide toplumun kamu zoruyla dinden arındırılmasını sağlamaktan geçmez. Doğrusu, laikliğin esas itibarıyla hukuki ve siyasi bir çerçevede görülmesidir. Hukuki laiklik bir hukuk sisteminin tamamen veya ağırlıklı olarak bir dine veya dinî yoruma dayanmamasıdır. Siyasi laiklik ise yönetme hakkının ve yetkisinin bir dine veya bir dinî anlayışa/gruba mensubiyete bağlı olmamasıdır. Demokrasi açısından bakıldığında, yönetme hakkının seçmenlerin tercihinden kaynaklanmasıdır. Bu çerçevede, bir kişinin laik olduğunu söylemesi de o kişinin laiklik denen bir seküler dine bağlı olduğunu değil daha ziyade laikliği siyasi ve hukuki bir ilke olarak benimsediğini gösterir.
Laiklik gerekli ve yararlı bir ilke, ancak, doğru anlaşılmak ve uygulanmak şartıyla. İlk laiklik anlayışı sorun çözer ve toplumda değişik inançlara mensup kimselerin ve grupların azamî barış içinde yaşadığı bir ortam oluşmasını sağlarken ikinci laiklik anlayış toplumda problemler, gerilimler ve kavgaların kaynağıdır. Fransa’da -ve Türkiye’de- görüldüğü gibi...