Ne yazık ki ilkesizlik ülkemizin en vahim problemlerinden biri. İlkesizlik olayları, durumları ve kişileri değerlendirirken “bizimkiler” ve “ötekiler” ayrımı yapmaya dayanır. Aynı şeyi yapmalarına rağmen bu iki kesim farklı değerlendirmelere tabi tutulur. Bir şey bizimkiler tarafından yapıldıysa iyidir, bu yüzden bizimkiler ya övülür ya da eleştiriyle karşılanmaz. Aynı şey ötekiler tarafından yapıldığında kötüdür, yapılan ve yapanlar kınanır ve eleştirilir.
İlkesizlik hemen her kesimde, kişide ve her tür vakada karşımıza çıkabilen bir tutumdur. İnsanlar bazen farkına varmadan bazen de bilerek ve isteyerek ilkesizliğin peşinden giderler. Farkında olmadan bunu yapanların durumu bir dereceye kadar mazur görülebilir. Bu onların bilgisizliğine ve aklını kullanmadaki yetersizliğine bağlanabilir. Ancak bazıları bunu bir silah olarak kullanır. Sistematik olarak ve herkesin gözü önünde ilkesiz tavırlar sergiler ve bütün ikazlara rağmen sürdürür...
Her insanın ilkesizliği aynı derecede etkili değildir. Bazı kişilerin ilkesizliği diğerlerinin ilkesizliğinden daha tesirlidir. Kitleler arasında hızla yayılır. Yalan ve dezenformasyon daha çabuk insanlara ulaşır ve bunları düzeltmek zordur. Hemen her durumda yalan doğrudan daha fazla iz bırakır. Bunda insanların genel olarak siyasette ve fikir dünyasında aldıkları yer ve sevgileri veya nefretleri de rol oynar.
Bu çerçevede topluma ulaşma imkânlarına ve araçlarına sahip olan gazeteciler ve akademisyenler ilkesizlik açısından özel bir yer işgal eder. Sosyal medya sıradan insanlarla gazeteciler ve akademisyenler arasındaki mesafeyi bir ölçüde daraltmış olsa da aradaki fark ortadan kalkmadı. Bu mesafenin tamamen kapanması ise imkânsız görünüyor. Gazeteciler ellerindeki kitle iletişim araçlarıyla akademisyenler ise bir taraftan sınıflarda devamlı iletişim içinde oldukları öğrencilerle diğer taraftan yazdıkları kitaplar ve makaleler aracılığıyla ilkesizliği yansıtan tavırlarını devamlı tekrarlayabilirler ve yayabilirler.
İlkesizliğe bir örnek diktatörlere farklı bakışlar üzerinden verilebilir. İlke olarak diktatörlük kötü bir şeydir ve her ne şekilde ve her kimde tezahür ederse etsin kınanması ve dışlanması gerekir. Tabii ilkeli ve tutarlı bir tavır takınmak isteniliyorsa. Diktatörlerin bir kısmını kınamak diğerlerini savunmak ve övmek, hatta yüceltmek sık karşılaşılabilen bir durumdur.
Ülkemizde bazı kimseler Erdoğan’ın diktatör olduğunu iddia etmekte. Oysa Erdoğan iktidara rekabetçi ve demokratik seçimlerle gelmiş bir lider. Bu yüzden onu diktatörlükle suçlamak akla ve demokratik ilkelere aykırı. Erdoğan’ın yetkilerinin az veya çok olduğu öne sürülebilir, tartışılabilir, ama diktatör olduğu söylenemez. Bu ayrı bir yazı konusu…
Buna rağmen bazıları Erdoğan’ı diktatör olduğu gerekçesiyle şiddetle eleştiriyor. Onun seçim kazanarak göreve gelmiş olmasını görmezden geliyor veya önemsemiyor. Ancak böyleleri eğer ilkeli bir duruş sergilemek istiyorlarsa diktatörler arasında ayrım yapmamaları ve bütün diktatörleri eleştirmeleri gerekir ve beklenir. Gel gör ki bunu yapanların tamamı değilse de çok büyük bir çoğunluğu Erdoğan’ı şiddetle kınarken tek parti dönemi diktatörlerine hararetle sahip çıkıyor. Bu diktatörleri şu veya bu gerekçeyle övüyor ve yüceltiyor. Üzerlerine toz kondurmuyor. Hiç demokratik seçime gitmemiş ve iktidara gelişleriyle halk iradesi arasında herhangi bir bağ bulunmayan diktatörleri savunuyor ve çoğu zaman kutsuyor!
Bu, diktatör bizimkilerdense diktatör değildir ötekilerdense diktatördür demekten başka bir şey değil. Ne yazık ki ilkesizliği ilke edinmiş kişiler çoğu zaman içine düştükleri bu tuhaf, çelişik ve komik durumun farkına varmıyor veya varamıyor.
Atilla Yayla'nın önceki yazıları...