Özgürlüğün önemli ve değerli olduğu hakkında toplumun çoğu kesiminde büyük bir mutabakat mevcut. Ancak, özgürlüğün ne olduğu ve nasıl sınırlanması gerektiği hakkında sosyal hayatta büyük bir uyumsuzluk ve çatışma da var. Hemen her kesim açısından durum bu...
Yıllardır üniversitelerde özgürlük hakkında konuşma yapmaya davet edilirim. Konu özgürlük olduğunda öğrencilere hitabımdan sonra neredeyse şaşmaz biçimde “özgürlüğün zararlı sonuçlarından nasıl kurtulabileceğimiz” yolunda sorularla karşılaşırım. Ben de -şaka yollu olarak- “özgürlükten çatlamış, patlamış bir toplumun mensuplarıymış gibi bu konuyu öne çıkarmanız biraz garip” türünden sözlerle sorulara cevap vermeye başlarım...
Özgürlük kolektif değil bireysel bir değerdir. Özgür olan veya olmayan bireydir. Kolektivitelerin özgürlük ile bir bağı ve bağlantısı yoktur. Mesela bir bireyin özgür olması ile bir milletin özgür olması birbirinden farklı şeylerdir. Özgür toplum deyince de kastedilen genellikle özgürlükçü toplumdur. Özgürlük özü itibarıyla negatif karakterlidir. Başka insanlar tarafından keyfî olarak engellenmemeyi gerektirir. Her ne kadar zaman içinde bir pozitif özgürlük kavramı ve bu özgürlük anlayışının değişik türleri geliştirilmişse de, akademik tartışmalara girmeden, şunu söylemek mümkün: Bir pozitif özgürlük negatif özgürlüğün özüne ve esasına dokunmadığı müddetçe özgürlük olarak anlaşılabilecek ve kabul edilebilecek bir şeydir.
Özgürlük bir çerçeve değerdir. Yani özgürlüğün içi, bireyler tarafından doldurulana kadar, boştur. Bu boşluğa neyin konulacağı, başka bir deyişle bireylerin tercihlerinin neler olacağı, bireylere bırakılır. Bireyler bu açıdan şu veya bu istikamette hareket edebilir. Bu sayede özgürlük bir çerçeve değer olarak birbirinden farklı tarzların ve tercihlerin var olmasına izin verir. Örneğin din ve vicdan özgürlüğü negatif özgürlüğün bir yansımasıdır. Bir çerçeve değerdir. Din ve vicdan özgürlüğünün varlığı ve korunması bireylerin istediği dinî inancı veya dinî yorumu benimseyebileceği veya reddedebileceği anlamına gelir. Bu durumda özgür birey Müslüman da olabilir Hristiyan da olabilir, bir dine inanamamayı da tercih edebilir. Ama bu kişiler birbirlerine şunu yapın, bunu yapmayın talimatı veremez, birbirlerini belli şekillerde inanmaya ve davranmaya zorlayamaz. Bu sayede "dinî çoğulluğa" sahip bir toplumda insanlar maksimum huzur ve barış içinde yaşayabilir...
Hemen altını çizelim ki din ve vicdan özgürlüğü hayat bulması bakımından akılla ve bilimle bir ilişkisi olmayan bir değerdir. Başka bir deyişle bazılarının çok inandığı gibi o aklın ve bilimin eseri olarak ortaya çıkmadı ve uygulanmadı. Hayat tecrübelerinin eseri olarak doğdu. Özellikle Batı toplumlarının sonu gelmez din savaşları ve bu savaşların tüm taraflara çok ağır zararlar vermesi sonucunda insanların birbirinin dinine karışmaması ve kamu otoritesinin de dini tarz ve yaklaşımlar karşısında maksimum ölçüde tarafsız olması, resmî dinin olduğu yerlerde de bunun diğer dinlerin özgürlüğüne fazla zarar vermemesi fikri doğdu ve gelişti. Daha sonra bu özgürlüğün faydaları akla dayanarak açıklanmaya çalışıldı, ama doğuşu itibarıyla aklın değil hayatın ürünü oldu...
Özgürlüğün, elbette, tabiri caizse, bir fiyatı, bir bedeli vardır. Bu da kendimize istediğimiz özgürlüğü başkalarına da vermeye, diğer insanlar için de tanımaya hazır olmaktır. “Sadece biz özgür olalım diğerleri peşimizden gelsin” denemez. Özgürlüğe inanıyorsak onun hoşumuza gitmeyen sonuçlar da verebileceğini baştan kabul etmemiz gerekir. Tıpkı bizim özgürlüğümüzün bizde başkalarının hoşuna gitmeyen sonuçlar verebilmesi gibi...
Atilla Yayla'nın önceki yazıları...